“Sevgiyi öldüremezsiniz. Onu nefretle bile öldüremezsiniz. Belki sevgi halini, aşkı öldürebilirsiniz. Onları öldürür veya ağır bir pişmanlık içinde derine gömebilirsiniz ama sevgiyi öldüremezsiniz. Sevgi, sizinki dışında bir gerçekliği tutkuyla aramaktır ve bir kere bunu içtenlikle dolu dolu yaşadınız mi sevgi sonsuza dek sürer.”
“Bana yalan söylemiş, ihanet etmiş, güven duygumda derin yaralar açmışlardı. Onlara artık hayranlık ve saygı duymuyordum fakat yine de onları seviyordum. Hiç şansım yoktu. Vahşi doğada, karın içinde dururken bunu bal gibi biliyordum. Sevgiyi öldüremezsiniz. Onu nefretle bile öldüremezsiniz. Belki sevgi halini, aşkı öldürebilirsiniz. Onları öldürür veya ağır bir pişmanlık içinde derine gömebilirsiniz ama sevgiyi öldüremezsiniz. Sevgi, sizinki dışında bir gerçekliği tutkuyla aramaktır ve bir kere bunu içtenlikle dolu dolu yaşadınız mi sevgi sonsuza dek sürer. Sevgiye dair her hareket, kalbin her bir yanı evrensel iyiliğin bir parçasıdır. Bu Tanrı'nın ya da Tanrı diye adlandırdığımız şeyin bir parçasıdır ve hiçbir zaman ölmez.”
“Altın, insanın gözlerini daha farklı bir açgözlülükle parlatıyordu. Para, hemen her zaman ulaşılmak istenen bir hedef için araçtır ama altın bizzat hedeftir ve çoğu adamın altına olan sevgisi, sevginin adını kirletmeye yeter.”
“Erkeklerin ne düşündüğünü gözlerini kaçırdıklarında, ne hissettiklerini ise tereddüt ettiklerinde belli ettiğini söylemişti. Kadınlar için ise tam tersidir, diye eklemişti.”
Johnny alçak sesle "Herhalde bizim hayatımız da okyanusta başladı," dedi. "Bundan dört milyar yıl önce. Uzunca bir süre bütün canlılar suda yaşadı. Birkaç yüz milyon yıl önce ise, ki bu dünya tarihinde kısa bir zaman dilimidir, canlılar karada da yaşamaya başladı. Bir açıdan da, denizde geçirilen milyonlarca yıldan sonra okyanusu da beraberimizde taşımaya başladığımız söylenebilir. Bir kadın doğum yaparken önce suyu gelir. Çocuk kadının karnındaki suda yaşar ve bu su okyanustaki suyun neredeyse aynısıdır. Tamamıyla aynı oranda tuzludur. Kadın vücudunda küçük bir okyanus oluşturur. Sadece bu da değil. Mesela kanımız ve terimiz. İkisi de neredeyse denizdeki su oranında tuzludur. Gözyaşlarımız da okyanus suyudur."
“İnsan ırkını hangisi daha çok tanımlar, zalimlik mi, yoksa bundan utanma kapasitesi mi, diye sormuştu. İnsan ırkını tanımlayanın zalimlik ya da utanç olmadığını biliyordum. Bizi biz yapan bağışlayıcılığımızdır: Bağışlayıcılık olmasaydı, ırkımız sonu gelmez intikamlarla kendi kendini yok ederdi. Bağışlayıcılık olmadan tarih olmazdı. Bu umut olmadan sanat da olmazdı, çünkü her sanat eseri bir açıdan da bağışlayıcılığın yansıtılmasıdır. Hayalgücü olmadan sevgi de olmazdı, çünkü her çeşit sevgi aynı zamanda bağışlayacağınıza ya da bağışlanacağınıza dair verilmiş bir sözdür. Yaşıyoruz, çünkü sevebiliyoruz. Seviyoruz, çünkü affedebiliyoruz.”
Her ne çeşit olursa olsun, acı aslında ne kaybettiğimizle ilgiliydi. Gençken bize acı verildiğini düşünürüz. Biraz daha yaşlanınca ve çelik kapılar yüzümüze kapanınca, gerçek acının bizden alınanlar olduğunu anlarız.
“Acı çekmek de mutluluğun tamamen aynısı, sadece onun ters dönmüş hali. Biri, diğerinin aynadaki yansıması ve diğeri olmadan kendi başına bir anlamı yok.”
“Ne kadar önemsiz veya ne kadar şiddetli olursa olsun, acı bir açıdan sevgiyi deneme yoludur. Çoğu zaman acı çekmek, aynı zamanda Tanrı’ya olan sevgimizi sınamak içindir.”
Eğer Filistin’de doğup büyümüş olsaydınız, bazı insanların acı çekmek için doğduğunu bilirdiniz. Acı onlar için asla sona ermez. Bizler acımız diniyormuş gibi davranıyoruz fakat bunu çocuklar uykularında ağlamasınlar diye yapıyoruz.”