Orhan Kemal şiirlerini Nazım Hikmet'e okuduğunda Nazım demiş ki: sen şiir yazma. Bunun üzerine Orhan Kemal üzülmüş, şiir yazmaya devam etse de bir türlü bastırmaya cesaret edememiş. Kendisinin vefatından sonra oğlu Işık Öğütçü babasının günlüklerini ve şiirlerini toplayıp bastırmış. İyi ki de bastırmış.
Gelelim kitap yorumuna. Orhan Kemal hiç okumadıysanız bu kitabı okumanızı önermem. Önce biraz hikaye-romanlarını okuyun sonra kendisini sevdiyseniz bu kitabını okuyun.
Günlüklerinin çoğu hapishane dönemine ait ve hapishane zamanında Nazım'la anılarını okumak oldukça keyifliydi. Şiirlerine gelirsek de tabii ki bir Nazım olamaz ama kötü olduklarını da söyleyemem.
Bu kitabın yeri bende çok başka. Söz konusu mektuplar olunca okurken ayrı bir keyif alıyorum. Bazen de kişinin özel hayatını okuyorum ama diye de bir garip hissediyorum ama mektup bir başka oluyor ya gerçekten. Bir yazarı tamamen tanıyıp benimsemek için bence her türde yazdığı eseri okumak gerekiyor. Ben romanlarından tutun şiirlerine kadar hepsinden okudum. Çok seviyorum #orhankemal 'i.
Bu kitapta oğlu Işık bey, babasının hem annesine yazdığı mektupları hem de yakın çevresi ile olan mektupları bir araya getirmiş. 1933 tarihinden başlayıp 70'li yıllara kadar giden mektuplar var. Karısını nasıl da sevdiğine bizzat şahit oluyorsunuz o satırları okurken. İnsanı üzen de daha yeni evli ve ilk cocugu olmuşken hapse düşmesi. Okurken ben üzüldüm ama kendileri neler yaşadı kim bilir. Sebepsiz yere hapse düşmesi ayrı olay zaten de ne denir bilmiyorum ya!
Nazım, Yaşar Kemal, Kemal Tahir, Fikret Otyam, Güzin Dino, Samim Kocagöz gibi bilindik isimleri kitapta görmek çok güzeldi. Onların da Orhan Kemal'e yazdığı mektupları okumak gerçekten çok güzeldi. Benim enlerim arasına giren bir kitap oldu. Favorim ise halen Baba Evi serisi. O benim bastacim.
Takip ediyorlar, ısrarla takip ediyorlar. Herkes yüzüne şüpheyle bakıyor. Konuştuklarını benden saklıyorlar. Rahatsız oluyorum. Neler fısıldaşabileceklerini tahmin ettiğim için huzurum kaçıyor...
Unkapanı, 2.8.1954
Zalim, bir düşüncenin neticesiyle eziyet ediyor... İktidar mevkii Allah tarafından kendisine sunulmuştur. Şu hâlde bir çoban ve bir sürü de koyun mahiyetinde insanoğulları vardır. Çobanların koyunlar tarafından niçine maruz kalması ihtimali ne kadar imkânsız ve gülünçse, Allah tarafından yönetime görevli kılındığına inanan vatandaşların, kralların uygulamalarına niçin demeleri o kadar manasız ve gülünçtür. Krallar emreder, halk yerine getirir. İtaati abartan, kralın zekâ ve yeteneğini kayıtsız şartsız kabul eden ikiyüzlüler vardır. Bunlar din adına, saltanat adına, kralın icat edilmiş hukuku adına halkı zulme alışmaya zorlar. Zalim kutsal hakkına kanaat ederek zulmünü uygularken çevresi onu alkışlar. Buna karşı durmak, çıkarla yorumlamaya kalkışmak, hırstır deyip geçmek basit kafalılıktır. Çünkü yaşamak, hırslı olmak demektir. Kâinatta canlı ve cansız diye ikiye ayrılacak varlık yoktur. Her şey canlıdır, hayat da hırstan ibarettir. Ana rahmine doğru erkeğin sevk ettiği milyonlarca sperm bulunur. Bunlar içinde en kuvvetlisi diğeriyle birleşirken, kendi kardeşlerini hırsla tepeleyerek yoluna devam eder. Başlangıçtaki insandan bu hırsı kaldırmak, onun hayatını sona erdirmektir. Krallar devri hep böyledir. Kralları devirenler devri de böyledir. Ve kralları devirenleri devirenler devrinin ise ne olacağı şimdilik meçhuldür.s.67
Tevfik daha kuvvetli ve titreyen bir sesle, "Yahu! Kanunuesasi (II. Meşrutiyet) ilan edildi. Kalk yerinden!" dedi.
Ben Kanunuesasi'yi işitince yerimden kalktım. Dört, beş basamaklı merdiveni olan bahçeden kıraathane içerisine kendimi fırlattım. Hemen Sabah gazetesini aldım. "Kanunuesasi'nin Yeniden İlanı” başlığını gördüğüm zaman hüngür hüngür ağlamaya başlamıştım. Bugün 24 Temmuz 1908 sabahıydı.
BUGÜN, PADİŞAHIN SARAYI KARŞISINDA, MİLLETİN SARAYININ TEMELİNİN ATILDIĞI BİR GÜNDÜ... Bugün, otuz küsur sene saltanat süren bir hükümdarın bu saltanatına milleti ortak etmeyi kabul ettiği bir gündü... Bugün, hakkın şahlandığı, haksızlığın bittiği, esirliğin kaldırıldığı, hürriyetin ilan edildiği gündü...s.27
Evet, insan çok bencildir. Eline geçirdiği eşyadan birisinin kaybolmasına tahammül edemez ve çoğundan ayrılmakla acı duyar. Halbuki anasından doğduğu zaman o eşyanın hiçbirisini birlikte getirmemişti. Madem ki, gerejli şeyleri sonradan kazandı, kaybettiği gün doğduğu güne döndüğünü farz ederek yeniden birikime başlayabilir. Fakat anadan doğduğu vakit o gerekli şeyleri bilmiyordu. Bilinmediği zaman üzüntü olmaz mı diyeceksin? Bilindiği zaman kaybetmenin üzüntüsü kaybedilenleri geri getirmeye yarayacak mıdır ki üzüntülü olmalı. Aksine üzüntü yeniden elde etmeye mani olacağı için kalp genişliği silahıyla üzüntü düşmanına karşı koymalıdır.