Kalamış
Münir Nurettin Selçuk’un aziz hatırasına…
Kalbim ömrünü nihayete vardıracak kadar huzursuz bir halde atarken ve ay göz alıcı parlaklığıyla karanlık ruhları aydınlatırken taşlı sokakta yürüdüm. Topuklardan gelen tıkırtılar, cırcır böceklerinin sesleriyle raks ediyordu. Perdesi örtük evlerden yayılan sarı sıcak renkler, kurumaya yüz
-Neden bu kadar kötümsersin?
-Sen neden değilsin? Çevrene bakmıyor musun? En mutlu görünenlerine bile? Bütün bunlar üç oda, bir mutfak, iki çocuk düşü ile başlıyor. Sonra? Haydi bayanlar, baylar! Bu fırsatı kaçırmayın. Siz de girin, siz de görün. Üç perdelik dram. Birinci kısım: Dağlar dümdüz. İkinci kısım: Ne çok tepe! Üçüncü kısım: Ova batak. Bu günlük bu kadar baylar. İyi geceler. Yarın gene bekleriz.
-Nasıl da büyütüyorsun! (kolunu sıktı) Erkekler de benim beklediğimden fazla bir şey istemezler sanırdım.
İçinden "Ha şöyle," dedi, "biraz sarsıl bakalım. Acelem yok benim, biliyorsun. Bir gün sana dünyada dayanılacak tek şeyin sevgi olduğunu öğretecem." Tünelin önünden geçtiler. "Acaba en çok hangimiz sarsıldık? Ev mi, yoksa kafasındaki 'ben' mi?"
Kimse bana iyi geceler dilemiyor. Benim dileklerim ise yankısız, karşılıksız kalıyor, kendimi yalnız hissediyorum. Tehlikede miyim?
Beni Afrikalı saymadıklarını biliyorum. Acaba kot pantolon giydiğim için mi, yoksa sadece iki çocuk doğurduğum için mi? Ayrıca kocama baskın çıktığımı ve günün birinde onu terk edeceğimi söylüyorlar. Çünkü erkekler açık kadınlardan hoşlanmaz; hele parası, beyaz dostları, bir de Pierre Cardin marka gözlüğü varsa, hiç hoşlanmazlar..
Birinci bölümde bahsettiğim zevki o zaman duymaya başladım. Hele subay vakasından sonra oraya gitmeden edemez oldum, çünkü subaya en çok Nevski’de rastlıyor, onu inceliyordum. Daha çok tatil günlerinde gelirdi. Gerçi o da generallere, kodamanlara yol veriyor, aralarında hoşhoş gibi, sokula sokula dolaşıyordu, ama bizim gibilere, hatta daha da