kafasından okuyordum çevresindeki dünyayı, giysilerini, çarşaflarını, mobilyalarını; başka görünmesine uygun silahlar veriyorum eline. neyi nasıl görmek isterse ben de öyle görüyordum her şeyi. sıkıntılı, keyifsiz anlarında, iyi kötü demeden uyuyordum acayip ve karmaşık davranışlarına. dünyasına hiç mi hiç girmediğimden de emindim. uyuyup kalınca sevgili bedeni; nice geceler, saatlerce baş ucunda uyanık, neden böylesine gerçeklerden kaçmak istediğini düşünüp dururdum. nasıl bir istektir bu kimsede görülmemiş. toplum için gerçek bir tehlike olduğunu biliyor, ama onun hesabına endişe de duymuyordum. yaşamı değiştirecek gizleri mi var acaba? hayır aradığı da bu diye yanıtlardım kendimi.
Basitlik ve sahtelikten oluşan mutluluklarda varsın mutlu olma ne kaybeceksin ki?
"Kendiminkiyle toplumdaki diğer insanların mutluluk anlayışının tamamen farklı olabileceği endişesi, bu endişeyle geçirdiğim geceler, yattığım yerde dönüp durmama, kıvranmama, çıldıracak raddeye gelmeme bile neden olmuştu. Acaba mutlu değil miyim?" İncelemede demiştim ya "Yalnız değilmişim." yerleri var, o yerler işte buralar
Reklam
İhanet etmeyi reddeden Araplardan: Şerif Muhittin Targan ve Akif'le dostluğu
33 yıllık dost onunla musiki dinlemenin zorluğunu da unutmamıştı. Şerif Muhiddin'in* udunu, viyolonselini gözleri kapalı, ibadet yüzüyle dinlediği günleri... Dostuna göre, bu udun karşısında uykusuz kaldığı geceler, Akif kendini yaşamış sayıyordu. Mithat Cemal, Akif'in o köşke mesut olmak için gittiğine inanıyordu. Şerif Muhiddin'e
Tsinandali'de esir alınan Prensesler ve Madam Drancy, acı ve korku dolu bir diyara doğru yol alıyordu. Başlarındaki dağlılar, esirleri kendi malı gibi görüyorlardı. Onları İmam'a teslim ettik­lerinde büyük bir mükafat alacaklardı. Fakat dağlılar, esirlerinin önemi ve konumunun farkındaydı. Son derece gaddar tavırlar sergileseler de kimse
uzun muzun demeyin, okuyun okutturun efendim
ona baktıkça içimde beni adeta sarhoş eden bir hiddet kabarıyordu ve.. ve tam karşılaştığımız zaman,olanca hışmımla yana çekiliveriyordum. bu adama karşı sokakta bile akran gibi davranamadığım için kendi kendimi yiyordum. bazı geceler saat üçe doğru uyanıp bir sinir buhranı içinde kendi kendimi sıkıştırıyordum: "ne diye her defasında ille
* İyi ki babama gitmişim. İyi ki içimizi doya doya dökmüşüz birbirimize... * Paylaşacak sevginin kalmadığı yerde, konuşulacak şeyler de sınırlıdır! * Yepyeni bir yol ayrımındaydı... Anılarla yüklü koskoca bir yaşamı geride bırakmış; ürkek, şaşkın, umarsız, adım adım bir bilinmeze doğru ilerliyordu... * Aşklar biter, kalıcı olan dostluktur! Biz,
Reklam
İyi geceler
+ Acaba iyi bir şey olacak mı Olric? - Hayır efendim. İyi şeyler birdenbire olur, bu kadar bekletmez insanı...
Şu tablo meselesi beni her zaman çok şaşırtmıştır. Yıllarca yerlerinde asılı dururlar, sonra hiçbir şey olmaksızın, hiç hiçbir şey diyorum, küt! diye yere düşerler. Çiviye asılı dururlar, kimse bir şey yapmaz, yine de ansızın taş gibi küt diye düşerler. En hafif bir ses bile çıkmazken, çevrede hiç bir hareket yokken, sinek bile uçmazken küt düşüverirler. Nedensiz. Acaba neden tam o anda? Bilinmez. Küt. Bir çivi o tabloya artık dayanamadığına nasıl karar verir? O zavallıcığın da bir ruhu vardır mıdır? Karar alır mı? Uzun süre bu konuda tabloyla tartışmıştır belki, ikisi de ne yapacaklarını bilememişlerdir, yıllarca her akşam konuşmuşlar, sonra bir tarih, bir saat, bir an belirlemişlerdir, onun için de küt! Belki ikisi de bunu baştan bilirlerdi, önceden anlaşırlardı, yedi sene sonra ben bu işi bırakacağım, benim için uygun, tamam o zaman 13 Mayıs diyelim, tamam, saat altıya doğru, altıya çeyrek kala olsun, tamam, iyi geceler o zaman, iyi geceler. Yedi yıl sonra, 13 Mayıs'ta, altıya çeyrek kala: küt. Anlaşılmaz. En iyisi düşünmemek, yoksa delirmek işten bile değildir. Bir tablo düştüğü zaman. Bir sabah uyanıp onu sevmediğini anladığın zaman. Gazeteyi açıp savaş çıktığını okuduğun zaman. Bir tren görüp ben buradan gitmeliyim dediğin zaman. Aynaya bakıp yaşlandığını fark ettiğin zaman. Okyanusun ortasında Bin Dokuz Yüz gözlerini tabağından kaldırıp, “Üç gün sonra New York’ta bu gemiden ineceğim,” dediği zaman. Donup kaldım. Küt.
Kapkaraydı içi. Onu dinleyen, şehri üst üste dolduran yapılardaki insanların içinde bir tek mutlu kişi bile yok sanırdı. "Neden bu kadar kötümsersin?" dedim. "Sen neden değilsin?" dedi. "Çevreni görmüyor musun?" "En mutlu görünenlerine bile? Bütün bunlar üç oda, bir mutfak, iki çocuk düşü ile başlıyor. Sonra? Haydi bayanlar, baylar! Bu fırsatı kaçırmayın. Siz de girin. Siz de görün. Üç perdelik dram. Birinci kısım: Dağlar dümdüz İkinci kısım: Ne çok tepe! Üçüncü kısım: Ova batak. Bugünlük bu kadar baylar, iyi geceler. Yarın gene bekleriz." İçinden "Ha şöyle," dedi, "biraz sarsıl bakalım. Acelem yok benim, biliyorsun. Bir gün sana dünyada dayanılacak tek şeyin sevgi olduğunu öğreteceğim." Tünelin önünden geçtiler. "Acaba en çok hangimiz sarsıldık? Ev mi, yoksa kafasındaki 'ben' mi?"
100 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.