“Başka bir gezegene, oradaki kayaların yapısını incelemek için araç gönderebilecek kapasiteye sahip bu şizofrenik insanlık, milyonlarca insanın açlıktan ölmesini umursamayabiliyor. Mars’a gitmek, yanı başındaki komşuya gitmekten daha kolay görünüyor.” Demiş Jose Saramago 1998 yılında Nobel Edebiyat Ödülü’nü aldıktan sonraki konuşmasında. Aslında
-Kafama sıkmıyorsam silahım olmadığı içindir.
Pessoavari bir cümle ile giriş yaptıktan sonra kitap hakkında düşüncelerime gelecek olursak, okumamış olmayı dilerdim, bu kitabı okumuş olmak, hayatımdaki en büyük trajedilerden biridir: Çünkü onu bir daha asla ilk kez okuyamayacağım. Tıpkı Pessoa'nın “Mr. Pickwick’in Serüvenleri” adlı kitap
Ayfer Tunç’un yeni romanı, tek başına bir kadının tüm dayatmalara başkaldırısı diye biliniyor medyada. Kuru Kız, toplumsal baskılardan özgürlüğe kaçış üzerine, bir roman. Hatta bir başarı öyküsü de denilenebilir.
Kitabın adı içeriğini bilmeyenlere ilk olarak kız kurusunu çağrıştırıyor. Ama yazar karakterin meselesini sadece kız kurusu olmadığını
YouTube kitap kanalımda Kafka'nın hayatı, bütün kitapları ve kronolojik okuma sırası hakkında bilgi edinebilirsiniz:
ytbe.one/VC6JxCLzwNI
İnsansız hayat aracı.
Yeter ki yatakta hiçbir şey yapmadan kalmamak. Her zaman bir şeyleri seçme zorunluluğuna itilmelerimiz. Ayağa kalkabilmek için ellere ve kollara ihtiyacı olmak. Sistemin bize
İlk önce bir uyarıda bulunayım. Betimleme hayranlarını başta zorlayacak ama konusu ile içine alacak bir eser.
Kitap bitince ne okudum ben ya! Dedim. Kitabı farklı uygulamalarda sıkça gördüğüm ve alıntıları hoşuma gittiği için okumak istedim. Başlarda hayal kırıklığı hissettim. Sanki aradığım ve beklediğim gibi değildi. Çok farklı bir anlatış biçimi var. İlk kez böyle bir eserle karşılaştım: Sürekli ardısıra süren eylemler tamlaması gibi bir hikaye ile günlük okur hissine kapıldım. Bazen olayı birinci ağızdan dinlerken birden üçüncü kişiye geçmesi kafamı karıştırdı.
Kitap şu cümle ile başlıyor; " Birden kaldırımlardan taşan kalabalıkta onun da olabileceği aklıma geldi. İçimdeki sıkıntı eridi."
Ve şu cümle ile bitiyor; "Sustu. Konuşmak gereksizdi. Bundan sonra kimseye ondan söz etmeyecekti. Biliyordu; anlamazlardı." İşte bu iki Bölüm arasına, bir arayış ve aynı zaman da çevresinden uzaklaşma halinde olan, ve yazarın isim yerine C demeyi tercih ettiği, ana karakterin hikayesi sığdırılmış. Kitap dört mevsimi içinde bulunduran dört bölümden oluşuyor. Ve her mevsim C'nin hayatının farklı dönemlerini aynı konu ile anlatılıyor. Bu "C" neler yaşadı yahu! Kimi zaman haklı buldum kimi zaman yok artık dedim. Allak bullak oldum resmen. İşin tuhaf yanı, kitabı sevdim. Ve bitince kendimi boşluğa düşmüş gibi hissettim. Sanki C ile birlikte ben de o arayışın içindeydim. Ben de baskı ve dayatmalardan kaçış içerisindeydim. Kişinin sosyal hayatındaki birçok entellektüel sorunlardan bir demet sunan eseri gayet başarılı buldum. Tavsiye ediyor, keyifli okumalar diliyorum.
Aylak AdamYusuf Atılgan · Can Yayınları · 201959,7bin okunma
"Ölüm bir kez gelirse ondan kaçış olmadığını herkes bilirdi. Ne dine dönmek ne de ilaç kullanmak fayda ederdi. Ölüm gelmediği takdirde, hasta bir inek bile kendi kendine iyileşebilirdi."
Okuması bu kadar zor olan bir kitabı yazmak, tüm bu veriler için çalışmalar, röportajlar yapmak nasıl zordur kim bilir... Peki bunlar bu kadar zorsa ya o acıları yaşamak!..
Öyle satırlar var ki tüyleriniz diken diken oluyor. Ve onların gerçekten olduğunu, yaşandığını bilmek büyük bir acıya vesile... Sık sık yarım bırakıyor, uzaklaşıyorsunuz. Ama
Taş Sektirme Ustası kitabı üzerine yazılan incelemeleri okurken fark ettim ki, taş üzerine söylenmiş ne kadar atasözü ve deyimimiz varmış. Oysa sıradan bir taş ama marifet bakmakta değil görebilmekte derler ya işte, yazar görmüş taştaki kerameti ve deyim