Masa kültürünün üç ayrılmaz parçası vardı : Kahve, sigara, rakı..Çay aramazdı. Kahve tiryakisiydi. Günde otuz civarında Türk kahvesi tüketirdi. Çalışırken peş peşe isterdi. Köpüklü severdi. Sade içerdi. Savaş yıllarında şeker çok kıymetliydi, karaborsada bile bulmak çok zordu. Ömrü savaşlarda geçen jenerasyonun tamamı gibi, mecburen şekersiz içmeye alışmıştı.. Yurtiçi seyahatlerine eşlik eden kütüphanecisi Nuri ve garsonu İbrahim, ne olur olmaz belki gittiğimiz yerde bulunmaz diye düşünerek, yanlarında mutlaka çiğ kahve,çekilmiş toz kahve ve cezve taşırlardı..
Son kahvesini 7 Eylül 1938 sabahı içti. Hastaydı, ağırlaşmıştı. Muayenesini tamamlayan Profesör Fiessinger ciddi şekilde uyardı :"Görüyorum ki önerilerimi pek dikkate almıyorsunuz, sigarayı azaltmış olmanız memnuniyet verici ama, lütfen kahve içmeyin, şu anda bir fincan kahve sizin için alkolden daha tehlikeli, lütfen kahve alışkanlığından vazgeçin," dedi. Uslu uslu "peki" dedi, "son kahvemi birlikte içmeyi teklif ediyorum.." Kahveler geldi. Vedalaşır gibi ağır ağır yudumladı. Profesör saraydan ayrıldıktan sonra, odaya Sabiha Gökçen girdi. Üzgün bir ses tonuyla "gel Sabiha," dedi, "sana bir sır vereceğim,kahve içmem kati surette yasaklandı, şu fincanı görüyor musun, işte o benim son kahvem !" Sabiha fincanı aldı, yıkanması için mutfağa götürüyormuş gibi yaptı telvesiyle birlikte sakladı."
Bazen bi kahvenin hatırı 40 yıl değil sonsuzluğa tekabül eder...