Mustafa Kemal: "Bravo Enver! dedi. Sizi tebrik ederim. Partiyi kazandınız. Benim bildiğime göre, bana verilen Suriye ordusu, sizin erkan-ı harbiyenizin yalnız kantonunda mevcuttur. Beni oraya göndermekle iyi intikam aldınız."
İki rakip karşı karşıya idiler. Enver, göğsü nişan dolu narin, sık, genç, ve neşeli idi. Mustafa Kemal, gövdeli, çatık ve sarışın yüzlü gür kaşlı idi ve sırtında pelerin vardı.
O anda, bir pencere aralığında duran bir Alman Generali yüksek sesle:
" Türk askerleri ile birşey yapılması mümkün değil. Bu hayvan sürüsü, düşman önünde kaçmaktan başka birşey bilmiyor. Onları idare edeceklerden olmak istemem" diyordu.
Mustafa Kemal sarardı, Almana döndü ve sinirden titreyen bir sesle:
"Ben de bir askerim. Hayvan sürüsü saydığınız bu orduyu ben de idare ettim. Türk askeri hiçbir zaman kaçmaz. O, geri gitmek kelimesini bilmez. Siz, Generalim,eğer Türk askerlerinin arkasını gördünüzse, kaçan sizdiniz, kendi korkaklığınızı Türk askerine isnada nasıl cesaret edebiliyorsunuz?
Bundan tam 175 yıl önce bir adam “En yüce özü inkâr eden kişi için, o yüce öze hizmet edenlerin tümü, en azgın ateist de, en inançlı Hristiyan da dindar kişilerdir” dediğinde, bütün tepkileri üzerine çekmişti. Onun sözlerinden isabet almamış tek bir fikir erbabı bile yoktu. Sözleri en çok da özgürlüğün şövalyeliğine soyunmuş olanları sarsmıştı.
"Ulan pencere
Sen ne utanmaz şeysin
Karşı evde oturan
Sarışın kızdan bana ne
Bana ne gökyüzünden
Damlardan ve bacalardan
Senin olsun hepsi
Sarışın kız da senin olsun"
Kargalara, saban süren çiftçiye, atlara, hatta cılız, eyersiz olanlarına bile ilham veren enerji, pencere pervazındaki küçük güvenin kanatlarına kadar işlemiş gibiydi. Kimse onu izlemekten kendini alıkoyamaz, aslında ona acıyor olmanın bilinciyle içten içe bir rahatsızlık duyardı. O sabah hayattan alınması muhtemel zevkler, sadece bir güvenin payına düşen kısmı için fazlasıyla muazzam ve çeşitliydi. O gün sadece bir güve olmak, çetin bir kader gibiydi; kısıtlı imkanlarından aldığı keyif ise oldukça hazindi. İnanılmaz bir zindelikle uçarak daracık hücresinin bir köşesine konuvermişti. Bir saniye bekleyip, oradan doğruca karşı köşeye. Üçüncü ve dördüncü köşeye uçmaktan başka daha ne yapabilirdi? Ufkun enginliği ne, gökyüzünün sonsuzluğuna, çok uzaklarda dumanı tüten evlere ve ara sıra gemilerden duyulan o şairane seslere rağmen onun tek yapabileceği buydu. O, bu dünyada yapabileceği yegane işi yapıyordu. Bir tel kadar incecik ve masum olmasına rağmen, sanki tüm dünyanın sonsuz enerjisi onun o naif, ufacık bedenine zerk edilmişti. Sürekli olarak bir köşeden diğerine uçarken, bir dizi hayat ışığının belirdiğini hayal edebiliyordum. O, küçük olabilirdi ya da bir hiçti ama hayatın ta kendisiydi.
Kendime Düşünceler," MS 161 ile MS 180 yılları arasında Roma İmparatoru Marcus Aurelius'un kişisel notlarını ve Stoacılık felsefesi üzerine düşüncelerini içeren bir dizi yazıdır. Kitap, Marcus Aurelius'un içsel dünyasına bir pencere açar ve okuyuculara yaşamın anlamı, kişisel gelişim ve iç huzur konularında derin düşünce fırsatları sunar.Marcus Aurelius'un yazıları, kişisel bir günlük gibi başlar ve zamanla derin bir felsefi deneme halini alır. Bu yazılar, onun hayatındaki zorluklarla başa çıkmaya çalışırken Stoacılık felsefesini nasıl uyguladığını gösterir. Stoacılık, duygusal denge, öz disiplin, ve dış dünyanın etkilerine karşı içsel dayanıklılık konularında odaklanır.Ben de bu kitabı okudum ve etkilendim. Özellikle, öfke kontrolü ve sabır gibi konularda bana yardımcı oldu. Marcus Aurelius'un öğretileri, daha huzurlu bir yaşam sürmeme yardımcı oldu ve kişisel gelişimimde önemli bir rol oynadı.
Sonuç olarak, "Kendime Düşünceler" kesinlikle okunması gereken bir kitaptır. Marcus Aurelius'un felsefi düşünceleri, okuyuculara hayatlarını olumlu bir şekilde etkileme potansiyeli sunar. Bu kitap, içsel huzurun ve kişisel gelişimin önemini vurgular ve Stoacılık felsefesini anlamak isteyen herkes için mükemmel bir başlangıç noktasıdır. 10/10 puan veriyorum ve herkesin bu kitabı okumasını öneriyorum.
Yazarın kalemiyle ilk kez tanıştım ve çok beğendim.
Eserde Ayhan adında bir kişinin düşünceleri ele alınmıştır. Ayhan; naif, ince düşünceli, yalnız, umutsuz ve de diğer insanlara karşı yabancı bir kişidir. Yabancıdır çünkü kendisini diğer insanlarla bir araya getiremez. Ayhan'ın hem ailesiyle hem de diğer insanlarla arasında bir pencere