Belki de vicdanıyla baş başa kalınca, "Namus da neymiş, kan dökülse ne çıkar sanki?" diye sorar kendi kendine. Belki bana itiraz edenler, hasta, kuşkulu tabiatlı olduğumu, ölçüsüz iftira ettiğimi, sayıkladığımı, büyüttüğümü söyleyenler çıkacaktır, öyle olsa keşke. Bu herkesten önce beni memnun ederdi! İsterseniz inanmayın, beni hasta
Keşke’cilerin hayatı, kasvetli bir pişmanlıklar mezarlığıdır.
‘İyi ki’ öyle mi ya!…
Onda, yara bere içinde de olsa, yana yana, ama doyasıya yaşamış olmanın iç huzuru ve haklı gururu haykırır.
Can Dündar~
“Keşkeleri hiç sevmedim. Bana hep biraz aptal görünür bu laf. Keşke öyle olsa, keşke böyle olsa diyerek içinde bulunduğum durumu zorlaştırdığımı düşündürdüm hep. Bugün kalbimin derinliklerinde bir keşkem var. Keşke hayatta kalmayı seçebiliyor olsaydım…”
1. Utanç bir prangadır. Kendini azat et.
2. Yeteneklerin hakkında endişelenme. Sevme yeteneğin var. Bu yeter.
3. Diğer insanlara karşı nazik ol. Evrensel boyutta onlar sensin.
4. İnsanlığı teknoloji kurtarmayacak. İnsanlar kurtaracak.
5. Gül. Sana yakışıyor.
6. Meraklı ol. Her şeyi sorgula. Şimdinin gerçeği gelecekte bir hikaye olacak sadece.
7.
"Keşke"nin panzehiri "iyi ki"dir.
İlki ne kadar pısırıksa, ikinci o denli yiğittir.
...
Keşke'cilerin hayatı, kasvetli bir pişmanlıklar mezarlığıdır.
"İyi ki" öyle mi ya!...
Onda, yara bere içinde de olsa, yana yana, ama doyasıya yaşamış olmanın iç huzuru ve haklı gururu haykırır.
Bir gezegenin iklimini değiştirmek kolayca yapılacak basit bir iş değildi. Keşke öyle olsa diye düşündüğüm zamanlar oldu. Her değişim için gezegenin bütününü göz önünde bulundurmak gerekirdi.
Herkes için kocaman ve tek bir mutluluk ülkesi olmadğını biliyorum artık. Keşke olsa. Keşke yaratabilsek o ülkeyi. Ben hâlâ,büyükler isterse öyle bir ülke yaratabilirler diye düşünüyorum. Küçük çocukların şafağın belirdiği istasyonlarda simit, akşamın alacakaranlığında ayran satmadıkları bir ülke...
Ama Max
yalnızca işe giderken giyilecek bir elbise istemiyordu
(öylesi çok basit olurdu)
yalnızca düğünlerde giyilecek elbise de istemiyordu
(bu da çok süslü olurdu)
yalnızca kayak yaparken giyilecek elbise de istemiyordu
(çok sıcak olurdu o zaman) yalnızca yazın giyilecek olanı da
istemiyordu
(hiç ısıtmazdı öylesi).
Yıl boyunca giyebileceği bir elbise istiyordu.
Şöyle bir şey demek oluyordu: «Dün ya da bugün öğleden sonra ne olduysam olayım, kendimi
ne sanırsam sanayım, seden nasıl nefret edersem
edeyim, ne istersen yap o şeyinle yarın ya da ondan sonraki gün, şimdi ben istiyorum. Onunla birlikte olan her şeyi istiyorum: daha iri, daha kaim,
daha uzun, daha sulu olsaydı keşke; koparabilseydim de içimde
Gelecek, ilerideki bir zaman diliminde uzak ve muğlak bir kavram gibi durur. Bu yüzdendir ki havlu atıp Matta 6/34'ü "Gelecek kendi başının çaresine bakar." şeklinde yorumlamayı meylediriz. Keşke öyle olsa!
İyi bir gardiyan, başkaldıran bir mahkûm, direnişçi, muhalif, topluma ayak uydurmayan ve her şeyden önemlisi kahraman olacağınızdan eminsinizdir. Keşke öyle olsa, fakat -bir kısmıyla son bölümde tanışacağımız- kahramanlar eşine nadir rastlanan bir türdür.
Özgür olabileceğimiz yerler var. İnsanın dünyaya boş verebileceği, çevresine de kendi gibi dünyaya boş veren bir kaç kişi toparlıyabileceği yerler var.»
Kendim mücerred olduğum için bekarlık nedir bilirim, iyisi kötüsü ile. İyi, insana zaten yaklaşmaz ama mesele insanın da kötüyü kendine yaklaştırmamasında, ama öyle olmaz. Bu kadarcık bir hüneri bile yoktur insanın. O yüzden ben evlensin de dünya derdinin bildik şekli ile kendini o kabın içinde bir muska gibi sarsın istedim. Bildik derdi bulamayan dert aramaya çıkar çünkü eh bu kadarı öğrendim. Biliyorsunuz hemşerimdir, gariptir, anasız babasız ama insan evladıdır Allah için. Bilirsiniz ki uzlet ehli buluşur, uzlet ehli bilişir. Ben evlendirdim, hatta kızı da ben istedim, olmasam vermeyeceklerdi, ah keşke vermeyelerdi. İnsan işte alıyorum zannederken aslen hep verir. Üteyim derken ütülür. Düşüreyim derken düşer, ila ahir hep böyledir. Hasılı biz de düştük. Hem de İonya sütununun üstüne düştük. Taş gibi bir şeye düştük. Şekil vereceğiz ne olsa hamurcu, fırıncıyız derken, ağdarırız döndeririz derken daha haftanın içinde merdaneyi de fırını da oklavayı da elin elinde gördük, baktık ki un bizim üzerimize serpiliyor,