Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

40’ların Cadı Kazanı

Uğur Mumcu

En Eski 40’ların Cadı Kazanı Sözleri ve Alıntıları

En Eski 40’ların Cadı Kazanı sözleri ve alıntılarını, en eski 40’ların Cadı Kazanı kitap alıntılarını, etkileyici sözleri 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Cadı kazanları bugün de kaynıyor. Kazanların içinde yananlar ve bu kazanların altlarına odun atanlar bugün başka başka insanlar. Ama sonuç değişiyor mu? Hayır.
"Eğer Türkiye'nin Alman askerleri eşliğinde silâh ve malzeme geçişine izin vereceğini anlarsak karşılığında Edirne sınırının ölçüsünü ileride belirlemek üzere düzenlenmesi ve herhangi bir adanın kendilerine verilmesi söz konusu olabilir." Nazi Almanyası, Türkiye'nin ağzına bir değil iki parmak bal çalıyor. Bulgar topraklarının bir kısmı Türkiye'ye ve ayrıca Ege adalarından biri de Türkiye'ye verilecek!! ..... Türkiye, iki ateş arasında kalmıştır. Bir yandan İngiltere, öte yandan Almanya. Türkiye, hem İngilizlerle ittifak halinde kalmayı hem de bir saldırmazlık paktı imzalayarak Alman saldırısı karşısında kendisini güvenceye almayı düşünmektedir. Sıcak savaşın bütün şiddetiyle hüküm sürdüğü günlerde Türkiye'nin bu yansızlık siyaseti nasıl uygulanacaktı?
Reklam
Sabahattin Ali ve Nihal Atsız niçin birbirlerine karşı bu kadar acımasız bir savaş açmışlardı? Bu savaş, ilerici-gerici; sağcı-solcu; ülkücü-devrimci gibi adlarla nitelenen kavgaların 40'lı yıllara yansıyan biçimiydi. Atsız olmazsa bir başka Atsız; Sabahattin Ali olmazsa bir başka Sabahattin Ali bulunurdu. Üstelik, 40'lı yılların iki düşünce ve inanç savaşçısı Sabahattin Ali ve Nihal Atsız çok eski arkadaştılar.
Atatürk düşmanı Dr. Rıza Nur'un siyasal mirasçısı Nihal Atsız'dı. ..... Atsız'ın Sancar'a yazdığı 7-8 Eylül 1941 günlü mektubu şöyleydi: "Senin Çerkez olduğunu keşfeden itler benim de Çerkez olduğumu keşfetmişler. Bizi Türk olmamakla itham edip şüphe yaratmak istiyorlar. Memlekette namuslu Türklük rejimi kurulunca bunların toptan imhası işten bile değildir." ..... Savcı Atsız'a, "Siz dördüncü göbek babanızı bilmiyorsunuz. Biz öğrendik" der. Atsız, şaşırır ve sorar: "Kimmiş?" "Dördüncü göbek babanız Rum" der. Atsız'ın dedesinin babasının da "dönme" olduğunu ileri sürer. Savcı, bu görüşünü iddianamesine de yansıtmış; Atsız'ın "üçüncü göbekten babasının Rum olduğunu" yazmıştı! Atsız, Aloç'ün bu savlarını mahkemedeki sorgusunda şöyle yanıtlar: "Belki bu iftira benim ırkçılığımı çürütmek için ortaya atılmıştır. Fakat çürütülemez. Farzı mahal benim ve baba tarafından bütün ecdadım gayri Türk olsa bile yine bununla ırkçılık ülküsü çürütülemez..."
Savcı Aloç'un Üsteğmen Alparslan Türkeş ile ilgili değerlendirmesi şöyleydi; okuyalım: "332 senesinde Kıbrıs'ta, Lefkoşa'da doğmuştur. Küçük yaşta asker ocağına iltihak eden Alparslan Türkeş, 937-38 senesinde Nihal Atsız'ın pençesine düşmüş ve siyasi faaliyetten tamamen uzak, askeri camianın temiz havasını bulandırmaya yeltenmiştir. Atsız'ı gölgede bırakacak derecede Irkçı, Turancı ve menfidir. Tahkikattaki sarih ifadesinde: (Türkiye'de yalnız Türk soyundan gelenler yaşamalıdır. Bilhassa devlet mekanizmasına katiyen karışık ırklar getirilmemelidir. Karışıklıklar çıkarsa çok az kalacağımızdan Asya'daki Türklerle birleşmemiz zaruridir) diyor." Sıkıyönetim Savcısı Türkeş'in Atsız'a yazdığı bir mektupta da Irkçılık- Turancılık konusunda "Kalem kifayet etmezse o zaman işi silâhlara bırakacağız" dediğini de aktarıyordu. Üsteğmen Alparslan Türkeş, mahkeme önündeki sorgusunda "Devletin kabul ettiği prensiplere bağlı, onlara hürmet ve riayetten" ayrılmadığını, "Koyu bir milliyetçi olduğunu, ancak zannedildiği mânâda ırkçı olmadığını" söyleyecekti.
Sana selâm olsun Sürgünler, mahkûmlar, hastalar! Alacağın olsun Seni İstanbul seni Seni Bursa, Çankırı, Malatya Sizlere selâm olsun üniversiteler! Öğretmenleri alınmış üniversiteler! Öğretmenleri alınmış kürsüler Öğretmenler! Sizlere selâm olsun ! Hürriyeti yazan eller Dizen eller! Sizlere selâm olsun makinalar Entertipler, bobinler! Bu gülünç, aşağılık Namussuz şeyler dışında Sana selâm olsun Zincirin, zulmün kâr etmediği, büyük tahammül. Enver GÖKÇE
Reklam
Mücadelenin silâhı yalnızca söz ve yazıdır. Fikirler, fikirlerle yıkılır.
40'lı yılların en kızgın cadı kazanı DTCF'de (Dil-Tarih ve Coğrafya Fakültesi) kaynıyordu. DTCF'yi Ankara Üniversitesi'nin öteki fakültelerinden ayıran ne gibi özellikler vardı? ..... Tartışmaların odağı Dil-Tarih ve Coğrafya Fakültesi Felsefe Enstitüsü'ydü. 1939 yılında kurulan enstitüde Doç. Necati Akder ve Doç. Hamdi Akdemir, sağ eğilimli olarak tanınıyorlardı. Prof. Muzaffer Şerif Başoğlu, Doç. Behice Boran ve Doç. Niyazi Berkes de sol eğilimliydiler. ..... Tartışma akademik olmaktan çıkmış, siyasal ve ideolojik kimliklere bürünmüştü. Sabahattin Ali - Nihal Atsız davasıyla 1944 Irkçılık-Turancılık davası bütün şiddetiyle DTCF Felsefe Bölümü öğretim üyeleri ile öğrencilere yansımıştı.
Konferans salonu, fakültenin, "milliyetçi" tanınan öğrencileri ile doldurulmuştu. Salonda DTCF öğrencileri dışındaki öğrenciler de vardı. Saldırı birkaç gün önceden planlanmıştı. Ertürk kürsüye çıkmış konuşuyordu: «Memleketin dört bir yanını saran kızıl ateş.» Bu konuşmanın ardından da İstiklâl Marşı söyleniyor ve öğrenciler tempo tutarak «Rektör istifa, rektör istifa» diye bağırıyorlardı. Rektör Kansu öğrenciler ile konuşmaya çalıştı. Rektör «Bu yaptığınız nümayiştir» diyor ama sesini duyuramıyordu. Heyecan ve öfke doruktaydı. Rektör, hızla odasına çıktı. Arkasından M. Ali Ankan, Selâhattin Ertürk ve arkadaşları da çıktılar. Rektörün kapısında Tıp Fakültesi Dekanı General Abdülkadir Noyan, rektörün istifa ettiğini söyleyerek öğrencileri yatıştırmaya çalışıyordu. Göstericiler, rektörün odasına girdiler. M. Ali Ankan bağırıyordu : «Rektör bizlerle beraber kahrolsun komünizm diyecek.» Kansu «Kahrolsun komünizm» diye bağırdı. Öğrenciler üstelediler, «Bir daha, bir daha». Rektör, birkaç kez «Kahrolsun komünizm» diye bağırdı. Bu da yetmedi. Saldırganlar, rektörden «İstifa ediyorum» diye bir kâğıt imzalamasını da istediler. Rektör, bir kâğıda «İstifa ettim» diye yazdı. Öğrenciler, bunu da yeterli görmediler. Rektörden, kâğıda bir de pul yapıştırmasını istediler. Rektör, kâğıda pul da yapıştırdı. Prof. Kansu'yu odasından bir yüzbaşı çıkarabildi. Jandarma yüzbaşısı, emrindeki erlerle güçlükle yol açarak rektörü bir araca bindirdiler. Saldırganlar arabayı da tekmelediler.
Çağın en güzel gözlü maarif müfettişi
Hayatta ben en çok babamı sevdim Karaçalılar gibi yardan bitme bir çocuk Çarpık bacaklarıyla ha düştü, ha düşecek Nasıl koşarsa ardından bir devin O çapkın babamı ben öyle sevdim Bilmezdi ki oturduğumuz semti Geldi mi de gidici hep, hep acele işi! Çağın en güzel gözlü maarif müfettişi Atlastan bakardım nereye gitti Öyle öyle ezberledim gurbeti Sevinçten uçardım hasta oldum mu 40'ı geçerse ateş, çağrırlar İstanbul'a Bir helalleşmek ister elbet, diğ'mi, oğluyla! Tifoyken başardım bu aşk oyununu Ohh dedim, göğsüne gömdüm burnumu En son teftişine çıkana değin Koştururken ardından o uçmaktaki devin Daha başka tür aşklar, geniş sevdalar için Açıldı nefesim, fikrim, can evim Hayatta ben en çok babamı sevdim. Can Yücel
Reklam
Köy Enstitüleri, yetiştirdiği binlerce öğretmen ile okuma-yazma çığrı açmış; ayrıca köylüyü de örgütlemişti. Bu bir devrimdi. Kansız, silâhsız bir devrim!
Hiçbir Milli Eğitim Bakanı, Türk milli eğitimine Hasan Âli Yücel kadar katkıda bulunmadı. Yücel, bakanlık yaptığı dönemde Türk Milli Eğitimi' ne damgasını vurmuştu.
Sen benim hürriyetim ve esaretimsin Çıplak bir yaz güneşi altında yanan etimsin Sen memleketimsin Sen elâ gözlerinde yeşil hareler Sen büyük, güzel ve muzaffer Ulaştıkça ulaşılmaz olan hasretimsin.
40'lı yılların ikinci yarısı soğuk savaş yıllarına rastlar. Türkiye çok partili yaşama bu soğuk savaş koşullarında hazırlandı. ..... Bu soğuk savaş dönemi, DP hükümetini, milli emniyet görevlilerinin aylıklarının CIA tarafından ödenmesine izin verecek ölçüde işbirliğine itecekti.
256 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.