Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Adabü'l Müridin Yol Ahlakı

Abdülkahir Sühreverdi

Adabü'l Müridin Yol Ahlakı Hakkında

Adabü'l Müridin Yol Ahlakı konusu, istatistikler, fiyatları ve daha fazlası burada.
8/10
1 Kişi
17
Okunma
6
Beğeni
434
Görüntülenme

Hakkında

Yol, yolculuk insan hayatını anlatan, en güzel metaforlardan biri. Öyle ki insanın bütün tutum ve davranışlarını, yönelimlerini, yol ilişkisi içerisinde anlamak ve açıklamak mümkün. İnsan hem kendisiyle hem de hakikatle ilişkisini yol üzerinden kurmakta, evreni ve kendisini kavrayışı da yolda gerçekleşmekte. Çünkü her birey dünyadaki varoluşunu aklının, ruhunun ya da nefsinin kendisini götürdüğü yollarda yürüyerek idame ettiriyor ve varoluşunun anlamına yolda eriyor. İnsanı varlığının hakikatine ulaştıracak yollar çok çeşitli. Herkes birbirinden farklı ve eşsiz tecrübeleri talim ede ede sonunda bütün yolların birleşip bütünleştiği menzile varacak. Bu yüzden "otuz kuşun" yolun nihayetinde "simurg" olması gibi ulaşılacak hakikat de daima aynı. Hakikatin şaşmaz pusulasını takip ederek yola hayatını koyan ve onu yol yapanlardan başlayarak her tür insan da yol ile bağı üzerinden tanınabilir ve tanımlanabilir... Yolun farkında olmayıp nerede yürüdüğünü bilmeyenden tutun da... yolda kaybolan, yolu tıkayan, yolu kâra çeviren, yol ile nefsini şişiren, yoldan dönen, hayatından yolu çıkaran, yolu ayağına dolaşan, yolu harcayan, yol müsrifi, yalnızlığı yol edinen, yolda yürüyüşüne meftun olup yolu imtihana dönüşeni ve daha niceleri… Bu yüzden yol bir bilinçtir. Bu bilinç öncelikle hangi yolda yürüdüğümüzü bilmekle, yolun bizler tarafından her dem artan bir bilinç haline getirilmesiyle mümkün. Bu bilincin olmazsa olmaz şartı, başlama noktası yola olan inançtır. Yürümenin ve yolda kalmanın yegane şartı da samimiyet. Varlığını sonsuz bütüne dahil etmeye çalışan her niyet ve her gayret, yürüyüşünü yolun maddi ve manevi şartlarına ve ilkelerine samimiyetle kendini adayarak sürdürebilir. Çünkü samimiyet, yolun bizi kabul etmesinin ve yürüyüşümüzün an be an aklanmasının tek şartıdır. Yoksa o olmadan masumiyet nasıl korunabilir? Yol üstadı Sühreverdî’nin kaleme aldığı Yol Ahlâkı, Süleyman Gökbulut'un yetkin çevirisiyle Türkçenin evrenine katılıyor.
Tahmini Okuma Süresi: 5 sa. 54 dk.Sayfa Sayısı: 208Basım Tarihi: 7 Mart 2014Yayınevi: Büyüyenay Yayınları
ISBN: 9786055166380Ülke: TürkiyeDil: TürkçeFormat: Karton kapak
Reklam

Kitap İstatistikleri

Kitabın okur profili

Kadın% 48.1
Erkek% 51.9
0-12 Yaş
13-17 Yaş
18-24 Yaş
25-34 Yaş
35-44 Yaş
45-54 Yaş
55-64 Yaş
65+ Yaş

Yazar Hakkında

Abdülkahir Sühreverdi
Abdülkahir SühreverdiYazar · 3 kitap
Ebü’n-Necîb Ziyâüddîn Abdülkāhir b. Abdillâh b. Muhammed b. Ammûye el-Bekrî es-Sühreverdî. Yaklaşık 1097 (H.490) senesinde İran’ın Cibâl bölgesindeki Sühreverd kasabasında doğdu. Muhtemelen ilk tahsilini memleketinde yaptıktan sonra İsfahan’a gidip Ebû Ali el-Haddâd’dan hadis dersleri aldı. 1113 (H.507) yılı civarında Bağdat’a giderek Nizâmiye Medresesi’nde âlimlerden hadis dersleri aldı. Ayrıca fıkıh, fıkıh usulü ve kelâm ilmiyle ilgili birçok kitap okudu, Vâhidî’nin el-Vasîṭ fi’t-tefsîr’ini ezberledi. Bu yıllarda Bağdat’ta bir tekkede şeyh olan amcası Kādî Vecîhüddin Ömer b. Muhammed kendisine sûfî hırkası giydirdi. Yirmi beş yaşlarında iken tamamen zühd hayatı yaşayabilme düşüncesiyle medreseden ayrılıp dönemin ünlü sûfîsi Ahmed el-Gazzâlî’ye mürid olmak için İsfahan’a gitti. Orada ağır riyâzetler yaptı, dağlarda dolaştı. Bir ara hacca gitti. Tekrar Bağdat’a döndüğünde Abdülkādir-i Geylânî’nin şeyhi Muhammed b. Müslim ed-Debbâs’a intisap etti. Önemli eseri Âdâbü’l-mürîdîn’in şârihlerinden Ali el-Kārî, Ebü’n-Necîb’in ilk mânevî fethinin Debbâs’ın yanında gerçekleştiğini söyler (Fetḥu ebvâbi’d-dîn, vr. 2a). Murtazâ ez-Zebîdî, onun ayrıca babası Abdullah’tan ve Abdülkādir-i Geylânî’den hilâfet aldığını kaydeder. İcâzet aldıktan sonra müridleri ve talebeleriyle Dicle nehrinin kenarında bir harabede kalarak tedris ve irşad faaliyetlerini birlikte sürdüren Ebü’n-Necîb zamanla meşhur oldu ve sultanların itibar ettiği bir kişi konumuna geldi. Bu harabenin bulunduğu yere bir tekke (ribât), yanına da bir medrese yapıldı. Bu dönemde sultanın ya da halifenin gazabına uğrayanlar onun dergâhına sığınıyordu. Abbâsî Halifesi Râşid-Billâh’ın 8 Eylül 1135’deki (H.27 Zilkade 529) biat merasimine katıldığı ve halifeye önemli nasihatlerde bulunduğu belirtilmektedir. Ebü’n-Necîb, 26 Mayıs 1150’De (H.27 Muharrem 545) Nizâmiye Medresesi’ne başmüderris tayin edildi; burada fıkıh ve hadis dersleri verdi. Abbâsî Halifesi Muktefî-Liemrillâh ile Irak Selçuklu Sultanı Mes‘ûd b. Muhammed Tapar arasında yaşanan gerginliğin ardından sultanın vefatı üzerine Ekim 1152’de (H.Receb 547) medreseyi bırakmak zorunda kaldı. Sultanın yakın adamı olarak görüldüğü için 1153’te halifenin emriyle tutuklanıp kırbaçlandı ve bir müddet hapiste kaldı. 1162'de Musul üzerinden Dımaşk’a, oradan da Kudüs’e gitmek üzere Bağdat’tan ayrıldı. Dımaşk’ta kendisini Sultan Nûreddin Mahmud Zengî karşıladı. Sultanla Kudüs kralı arasındaki çatışma yüzünden Dımaşk’tan ileriye gidemedi. Orada kaldığı kısa süre içinde hadis halkaları, zikir ve sohbet meclisleri teşkil ettikten sonra Bağdat’a döndü. 1168'de Bağdat’ta vefat etti ve Dicle kenarındaki medresesinin yanına defnedildi. Eserleri. 1. Âdâbü’l-mürîdîn 2. Şerḥu baʿżi’l-elfâẓi’l-müşkile fi’l-Meṣâbîḥ (Ġarîbü’l-Meṣâbîḥ)