Gurur her insanda bulunan bir büyücü buğudur. Üfürdükçe kabarır ve büyür. Fakat o büyüdükçe insan küçülür. Ecdâdla neslimiz arasındaki en büyük fark işte bu. Onlar eserlerini büyütmüş, biz gururumuzu.
Acı, ama gerçek...
Ecnebiler bizden çaldıkları tarihi eserleri müzelerinin parlak vitrinlerinde bize para mukabilinde seyrettirirken, biz Bizans artığı taşlara gösterdiğimiz ihtimamı, biraz olsun İstanbul'un aslî eserlerine gösterebilseydik, dünkü kapı kullarımız İstanbul için "Konstantinopolis" demeye cesaret edemezlerdi.
Bahçelievler'de Karadeniz'in hareketli insanlarına; Aksaray'da Konya'nın kâhin mizaçlı dervişlerine; Yeni Bosna, Alibeyköy, Taşlıtarla ve Ümraniye'de doğunun sert ve sakin simalarına; Pendik, Yakacık veya Sefaköy'de güneydoğu'nun sıcak kalbli esmer çehrelerine günün her saatinde rastlamak ve bu bölgelerin şivelerini ekser ağızlarda duymak mümkündür.
Osmanlı, insana saygıdır. Bu saygı, insanlık için yapılan eserlere saygıyı, esere saygı da vatana sevgiyi doğurmuştur. Fatih'in surları ve putları kendi eli ile yıkarken Ayasofya'yı kendi eseri imiş gibi koruması ve yaşatması bundandır. Bu itibarla, Osmanlı, kılıcı ve imanı ile fethettiği toprakları, eseri ve ibadeti ile vatanlaştırmıştır. Çünkü, toprağın asıl sahipleri eserlerdir. İnsan toprağı terk edebilir, ama eser terk etmez. İnsanlar toprağa sağ oldukça değil, o toprağı vatan yapacak eserleri var oldukça hükmedebilirler.
Osmanlı, kılıcıyla fethettiği toprakları, eserleriyle vatanlaştırmıştır. Bir millet toprağa, sağ oldukça değil, o toprağı vatan yapacak eserleri vâr oldukça hükmedebilir.
"Nedir bu hal, baba?"
'Kimin kimsen yok mu, neden korkuyorsun?'
*Yalnız değilim, evlat, Devletim ve milletim var. Korkum ise nefsim için değil, milletimin geleceği içindir.'