Selçuklu-Osmanlı çizgisi sömürgeci kapitalist güç için önce korkudur; daha sonra engeldir, günümüzde ise geçmişini, tarihini ne yapacaklarını bilemedikleri sorundur.
Bu sorunu halletmek için G. Postelin deyişiyle, "Türkler önce ikna edilmeli, direnirlerse icbâr edilmeli, karşı çıkarlarsa imhâ edilmelidir."
Bu 'ikna-icbâr-imha' süreci tüm acımasızlığıyla sürdürülmektedir.
Kadim dünya görüşümüzün insanı hem âbid(kul) hem nâtık(akıl ve dil sahibi) hem de âşık(irfan, zevk, sanat sahibi) olarak görmesi, insanın bu üçlü özelliğini dikkate alan bir beşeri siyaseti devreye sokmasını doğurdu.
Sonuçta insanın hem dinini hem aklını hem de aşkını koruyan bir nizâm-ı âlem, yani içtimaî yapı ortaya çıktı.
Kişi en azından, bu ortam içerisinde bilkuvve mevcut olan saadeti elde etme ve şekâvetten uzak durma imkânına sahipti.
Hem ilahi hem de beşeri siyasetin amacı insandır; çünkü nizâm-ı âlem insandır. Öyleyse insanı 'rencide eden' hiçbir siyaset, tanımı gereği kalıcı olamaz.
Kalıcı siyaset insanı 'tebcil eden' siyasettir.
İlahi siyasetin, insanı eşref-i mahlukât görmesi bu nedenle üzerinde durulması gereken bir noktadır.
Öyle ki, beşeri siyaset de ancak ve ancak insanı eşref-i mahlukat görüp buna göre davrandığında ilahi siyaseti taklit etmiş, bu oranda da başarılı olmuş sayılabilir.
Kısaca dile getirilirse hem ilahi hem de beşeri siyasetin hedefi insanı yani adaleti gerçekleştirmektir.