Kırlık patikam, ıssız ve hüzünlü, dikenli ve kızgın bir arapsaçına dönüştüyse, beni nasıl bir yazgı bekliyordu?
Bütün bunların arkasında bir resim mi vardı, yoksa çınlayan bir boşluk mu?
...Ona ayrıca benim nerden geldiğimi, onun nerden geldiğini, her ikimizin de sıkıca tutunduğumuz bu iki kutbu basık ve bir topaç gibi kendi çevresinde dönerek, elips biçimli yörüngesinin bir ucundan ötekine telaşla seğirten kürenin nereye doğru gittiğini, bir an bile durmayan kürenin durması durumunda bize ne olacağını, bir ıslıkla karanlığa ve sessizliğe, yani zamanlardan bir zamana mı, yoksa sonsuzluğa mı kavuşacağımızı, günün birinde, ne gecenin ne gündüzün olmadığı bir yerde bir kıyıya yada duvara mı toslayacağımızı, bu toslamayla parçalanıp parçalanmayacağımızı, daha hangi başka uzaya yuvarlanacağımızı, nerde son bulacağımızı, nerde yiteceğimizi, yani özet olarak benim, onun ve ceviz ağacının yapışmış olduğu bu ateş göbekli top üzerindeki yolculuğun nasıl sonuçlanacağını sordum.
Tarihin öyküsü, yani yaratılış beni bugün hâlâ, onu ilk keşfettiğim günkü kadar büyülemektedir ve canlı formların sonsuz gücüne karşı geliştirdiğim bu büyülenmede benim güzellik kavramım yatmaktadır.