Bugun, perşembe."
"Herhangi bir perşembe bence..."
"Niçin? Bir perşembenin öbür perşembelerden farkı yok mudur?"
"Bilmiyorum. Ben birçok perşembe yaşadım, birbirinin eşiydi hepsi. Aralarında bir fark yoktu... Vardı belki, ben görmedim herhalde."
..
Başını elleri arasına alıp masanın soğuk mermerine dayanmış, orta yaşlı biri uyandı o sıra. Uyandı ve cebinden cigara paketini çıkardı, ateşi yoktu; beni gördü, yanıma geldi, ateş istedi, verdim. Çakmağımı geri uzatırken yolculuğumun ne tarafa olduğunu sordu: Ne tarafa ve hangi şirketle? Bilmediğimi söyledim. Gidiyor muydum gerçekten, ne tarafaydı yolculuğum? 'O zaman bu garajda, bu kahvede ne arıyorsunuz? Biz, hepimiz yolcuyuz ve herkesin gideceği bir taraf var, onun otobüsünü bekliyoruz,' dedi. Saat altı olacak ve otobüsler her biri bir tarafa gitmek üzere yola koyulacaklardı. 'Sizin bir yere gitmiyor olmanız ne kötü,' dedi, insan hayatta bir yerlere gidiyor olmalı. Bir yerlere gitmeli ya da bir yerlerden gelmeli. En doğrusu budur. İsterseniz benimle gelin, birlikte yolculuk edelim.' Nereye gittiğini söyledi. Adını duymadığım, haritada yerini bile bilmediğim bir yer... Teşekkür ederek masadan kalktım.
Duygusal olarak çok yüklü, inceliği, nahifliği karşısında bittiğiniz bir kitap. Beni yerden yere vurdu. Bir sürü mevsimi ve o mevsimlerin en güzel yaşanma hallerinde telefonun başında bir yakınımla konuşuyormuş hissini oldukça yaşadım.
Ilımlılık, düşüncelilik, özellikle ince düşüncelilik. Romanın dünyası yemyeşil, masmavi. Arkada çalan müziklerin
'Bana ihtiyacın yok,ayakta durmayı çabuk öğrendin, artık kendi başınasın.' dedi.Zor kadın olmak, birçok kadın olmak, ayakları üzerinde durmayı öğrenmek,kendi başına olmak...Ne demekti bunlar?
Dedim ki: 'O çok iyi bir insan, çok iyi anlaşıyoruz.' Ben bunları deyince, 'Birbirleriyle çok iyi anlaştıklarını söyleyen insanlar, ayrılmak üzere olan insanlardır,' dedi. Sonradan bu doğru mu diye çok düşündüm.