Ben pırıl pırıl ışık saçan bir güneş kadar zenginim. Dayanamayacağım hiçbir acı yok artık. Ve içimde hiç kimsenin hiçbir zaman yok edemeyeceği güçlü bir ışık parlamakta. Bu ışık her şeyden daha güçlü.
Gelin bütün insanları eşit hale getirelim, dünya üzerinde ne varsa eşit şekilde bölüşelim! Korku, açgözlülük, ahmaklık ve kıskançlığın köleliğinden kurtulalım!
Anaya sanki bu adam çok uzaklardan, herkesin namuslu, mutlu yaşadığı bir ülkeden gelmiş, bu ülkenin hiçbir şeyinden hoşlanmıyor, bir türlü alışamıyor, zorla uymaya çalışıyor ve sürekli içinde bütün bunları değiştirmek için bir istek duyuyor gibi geliyordu.
Ben başka ne işe yararım ki? Hep düşünür, kendi yerimin neresi olduğunu anlamaya çalışırım da şu sonuca varırım: Benim bir yerim yok. İnsanların içine girmek için uğraşır dururum, beceremem. Her şeyin farkındayım, insanların uğradıkları bütün haksızlıkları görüyorum, ama anlatmayı beceremiyorum.
Çalıştıra çalıştıra canına okuyorlar insanların. Peki ne uğruna?.. benim hayatımı Nefedof’un fabrikasında mahvoldu. Adamın bir sevgilisi vardı. Kadına altından bir vazo hediye etmişti. İşte benim ömrümün bir bölümü o vazo uğruna harcandı. ... Bir insanın böyle kanını emip posasını bir kenara attıklarında, bunu hiçbir şekilde açıklayamazlar. Ölüme bir itirazım yok, ama zevk için insanlara eziyet edilmesini anlayamıyorum. Bizi niye böyle eziyorlar, bize yapılan eziyet ne için? Zevk için, hayatlarını keyif içinde geçirmeleri için; sevgililerinin her istediğini insanların kanı, canı pahasına satın alabilmeleri için: altınlar, gümüşler, çocuklarına pahalı oyuncaklar alabilmeleri için… Ben daha çok çalışıp servetine servet katmalıyım ki, o, sevgilisinin gönlünü daha hoş tutabilsin. (296)