"Fıkhî malûmat isteyen Sahih-i Buhârî'ye; az talikât isteyen Sahih-i Müslim'e; hadis rivâyeti mevzuunda fazla bilgi isteyen Tirmizî'nin Câmi'ine; sadece ahkâm hadisleri isteyen Ebû Davud'un Sünen’ine; fıkhî bakımdan konuların mükemmel sıralanışını görmek isteyen İbn
Mâce'nin Sünen'ine, müracaat etmelidir. Nesâî'nin Sünen'ınde ise, bu meziyetlerin birçoğu birden bulunmaktadır." Aynca İbn Mâce'nin, mevzuların daha çok fazilet yönüne eğildiğine de işaret etmek yerinde olacaktır.
Gelen vahiyleri öğrenmek için ashâbın gösterdiği iştiyak, unutulmamalıdır ki, sırf ilim için değildi; ashâbın gösterdiği bu ilgi daha çok onu yaşama ve onunla amel etmek içindi.
Bilginin yerleşmesi ve unutulmaması da zaten uygulamayı gerektirirdi. Aslında o günün müslümanı ile günümüz müslümanı arasındaki en büyük fark, kanaatimizce bu uygulama noktasındadır.
“Buhârî'de ya da Kütüb-i sitte'de olmayan hadis, hadis değildir"
söylemlerine cevap ;
"Bir hadisin sıhhati, hangi kitapta bulunduğuna bakılarak değil, onu nakleden kişilerin haline bakılarak tayin ve tesbit edilir"
Allah'ın adı anılınca, hadis yazan kişinin hemen o kelimeden sonra Azze ve celle,teala, subhanehu ve Teala, Tebareke ve Teala, Celle zikruhu, Tebareke ismuhu, celalet azametuhu gibi veya benzeri ta'zim cümlelerinden birini yazı vermesi hoş görülmüştür. (Müstehap).
aynı şekilde Nebi sallallahu aleyhi ve sellemin zikri geçince de sallallahu aleyhi ve sellem dua cümlesine kısaltarak veya sembolle değil açıkça yazması uygun bulunmuştur.
Ceza bir sahabenin adı geçince hemen yanına radıyallahu anh, eğer o sahabenin babası da sahabe ise bu taktirde, radıyallahu anhüma yazılması; diğer ulema içinde Allah'tan rahmet ve rıza dilenmesi uygun olur.