"E, birbirlerinden hoşlanıyorlarsa neden olmasın? Bütün mesele, kadının bu işi severek, isteyerek, sevdiği, istediği için yapmasında. Sevmeden, istemeden, erkeğin vereceği paranın hatırı için yapmak zorunda kalmamasında. Bilmem anlatabildim mi?"
... bir gün İlyas Usta, 'Gerçek olan öğrenmektir. Nerden, nasıl öğrenirsen öğren. Nereden, nasıl öğrendiğin, diploman, hatta neler bildiğin de önemli değil. Ne yaptığın önemlidir!" demişti.
"Demek istiyorum ki, kızlar sadece kocalarına güvenen birer zevk aracı olmakla kalmasınlar. Bu bilinci verebilirsen, onlar kendilerini, hiç olmazsa kendilerini ilkin, düşünme alışkanlığını kazanırlar. Kendini düşünmeyen, düşünemeyen, başkalarını düşünemez!"
"Kızı, genel olarak bütün kızları kandırmak, baştan çıkarmak kolay. Hatta baştan çıkmayı, bir erkekle yatıp kalkmayı onlar erkekler kadar, erkeklerden de çok isterler. İsterler ama, sonu? Piyango! Erkeğin iyisine düşerler mi, düşmezler mi? Yani? Erkeğin karın doyuranına... Kadın erkekten, erkek de kadından bıksa bile, erkek yine de geçimini sağlamalıdır. Bu, kadın için ne kadar haysiyetsizce bir problem, değil mi?"
Anlayamamıştım.
"Nasıl yani?"
"Yani, bir mesleği olmayan kadının, erkek eline bakması... Doktor bayan, avukat kocasına muhtaç mıdır? Kocası, onu artık sevmediğini söylediği anda, sırf ekmek için, boğazının tokluğu için onun yüzüne güler mi?"
"Seviyorsa?"
"Seviyorsa bile, onu terk eden, onu aldatan bir erkeği sonsuza kadar sevemez. Halbuki Anadolulu kadın üzerine kuma getirse bile, erkeğinden kolay kolay ayrılmaz. Biz şimdi dönelim sana. Kız kardeşlerin de başka kızlar gibi boyanacak, süslenecek, gözlerine kestirdikleri erkeklere hoş görünmeye, onlar tarafından beğenilmeye çalışacaklar. Bu hakkı ellerinden alamazsın. Almaya kalkarsan, ya sonunda seni dinlemez, isyan ederler ya da korkularından gizli yaparlar bu işi. Ama yaparlar."
"Anneciğim, canım anneciğim, sen hiç ölme e mi?"
Kollarımın arasında, o da arkadaşlarımla ıslıklarına boş vermiş. Yıllardır özlediğine kavuşmuştur: Oğlu, onu candan bir davranışla kolları arasına almıştır. Biliyorum ki, şu anda ölüverse bile gam yemeyecektir!
Bağırdı:
"Anladık kitap olduğunu. Ne kitabı diyorum sana?"
"Roman!"
"Roman, romanmış," diye tekrarladı. "Ne iş yapıyorsun sen?"
"Dokumacıyım."
"Yani işçi. Senin neyine roman, kitap, şu bu?"
İlyas usta hep o soğukkanlılıkla:
"Kahvelerde tavla, iskambil oynamak, meyhanelerde içki içmekten nefret ederim. Boş zamanlarımda kendimi yetiştirmek için kitap okuyorum. Üstelik, anayasa ve kanunlar da vatandaşın kitap okumasını yasaklamaz!"
Komiserin eli kalktı.
"Suus, ukala!"
"!.."
"Anayasa, kanunlar... Hepiniz hukukçu kesildiniz başıma!"
Babam anlatırdı, o da gençliğinde, İstanbul'da öğrenciyken, Sultan Hamit'e karşı başkaldıranlarla birlik olduğundan hapse atılmış, günlerce karakollarda sorguya çekilmişti ama, bizim şu hâlimiz hiç de herhangi bir sultana karşı değildi. Sultanlık çoktan yıkılmış. Cumhuriyet kurulmuştu. Hani bugün de eski günlerin sultanları olsa, sultanlara karşı baş kaldıranlar bulunsa ben de seve seve katılır, yine seve seve karakollarda sorguya çekilir, gerekirse hapislerde yatardım. Ama şimdi cumhuriyetti. Okulda belleyebildiğimiz kadarınca, Cumhuriyet halka yakın bir yönetim biçimiydi. Halk cumhuriyete dört elle sarılmış, onu canından farksız seviyordu. Bizimki olsa olsa, ortada devlet ve hükümetten habersiz, basit bir haksızlık karşısında yan tutmaktan öte bir şey değildi haksızlığa karşı.
Tuhaftır, o kadar yumruk yediği hâlde kızgın görünmüyordu kimseye. Dudaklarında acı bir gülücük, gitti yerden kitabını, sonra da camlarından biri kırılmış gözlüğünü aldı.
Tanışmıyorduk bu adamla. Elindeki kitap dikkatimi çekmişti. Öteki işçilerin tavla, iskambil, ana avrat küfürlerine karşılık kitap okuyan bir işçi beni ilgilendirmişti. Demek oluyor ki, yerden göğe haklıydım. Garson tarafından haksız çıkarılmak istenmem karşısında direnmiş, beni, yani hakkı arkalamıştı. Ne suçu vardı?