"Evet, manastırdan kovuldum, çünkü yüreğim yalan ve hırsızlıktan yorgun düşmüştü ve kendi ellerimle kendi mezarımı kazamazdım. Manastırdan kovuldum, çünkü ruhum kendilerini cehalete teslim etmiş bir insan topluluğunun ihsanını kabul edemiyordu. Sürüldüm, çünkü fakir köylülerin parasıyla yapılmış rahat odalarda rahat edemedim. Midem yetimlerin gözyaşlarıyla yapılmış ekmeği kabul edemedi. Dudaklarım basit ve sadık insanlara altın ve yiyecek karşılığı satılan duaları söyleyemedi. Manastırdan pis bir cüzzamlı gibi kovuldum, çünkü keşişlere durumlarını hak etmelerini sağlayacak kuralları tekrarlayıp duruyordum."
İnsan ebediyete kadar kendi kendinin mahpusu olarak kalabilir mi? Yoksa zaman geçtikçe özgürleşip Ruhun Özünü mü yaşar? İnsan dünyada hep aşağıya ve geriye mi bakar? Yoksa yüzünü güneşe dönüp, kafatasları ve dikenler arasındaki kendi bedeninin gölgesini görmeden mi yaşar?
"Bir kadının kendi mutluluğunu kocasının, mutsuzluğuyla satın alması helal midir?"
"Bir erkeğin, karısının hiçbir zaman sahip olamayacağını bildiği aşkını zorla alması meşru mudur?"
Merhamet ve gaddarlık insanın içinde birbiriyle güreşir, tıpkı bu korkunç gecede gökyüzünde boğuşan azgın fırtınalar, şimşekler gibi. Ama merhamet gaddarlığı yenecektir, çünkü merhamet kutsaldır ve zulüm yalnızdır.
"İnsan dünyada hep aşağıya ve geriye mi bakar? Yoksa yüzünü güneşe dönüp, kafatasları ve dikenler arasındaki kendi bedeninin gölgesini görmeden mi yaşar?"
Cehalet içindeki halklar en soylu çocuklarını yakalayıp zalimin zulmüne teslim eder; ülkeler kendilerini sevenleri ve kurtaranları gözden düşürüp onlara zulmetmekle beslenir.
Cahil toplumlar iyi insanlarını tutuklar ve başlarındaki zorbaya teslim eder. Bir tiran tarafından yönetilen ülkeler insanları köleliğin boyunduruğundan kurtarmaya çalışanlara eziyet eder.