Muharrem'in ikinci güneşi de batarken Kerbelâ ufkunun kızıllığı önce mora çalmış, ardından semâ anlık fasılalarla parlayan ak noktacıklarla donanmaya başlamıştı. Kutupyıldızı ve Zühre derken Şira da fezâdaki yerini alınca cümle yıldızlar hilâli çevrelemeyi tamamlamışlardı. Gökyüzündeki bu olağanlığa rağmen çöl önceki gecelere nispetle daha bir kavruk sayılırdı. Misafirlerine nicedir iyi kötü ferahlık karan sam yeli bile toz toprak kaldırmamaya yeminliymişçesine durgundu. Coşkun sesi ile iki gündür muhsinlere yoldaşlık eden koca Fırat'ın deryaya kavuşma azmi budanmıştı sanki. Feryadını içinde saklıyordu...
Yezid'e biat için Hüseyin' e karşı gelen bazı askerler namazlarını Resul'ün oğluyla birlikte kılmak için izin istiyorlardı. Ali Ekber kınlarının boş olması koşuluyla dileyen askerlerin katılabileceğini söyleyince az bir mesafe arayla iki cemaat oluşmuştu, Şerat kuyularında...
Aşkın Şehidi'nde şöyle bir söz geçiyor:
"O esnada kastedilen inanç kardeşliğiydi."
Üzerinde uzunca bir süre düşündüm. Büyük bir çoğunluğu müslüman olan bir ülkede kaç tane kardeşimiz var? Ardından kuyusunu kazdığımız, yüzüne gülücükler savurduğumuz, acısında köstek olduğumuz, ben egomuzu üzerinde tatmin ettiğimiz vs vs... Kaç kardeşimiz var..? Peki bir de şöyle sorayım; bir gülümsemesi için didindiğimiz, derdini dert bildiğimiz, ardından da hakkını savunabildiğimiz, bir lokmayı bölüşebildiğimiz kaç kardeşimiz var? Çok farklı iki soru değil mi? Çok farklı...
Savaş meydanında bile olsa mutlaka uyulması gereken kaideler vardı ve mümin için cihadın aslı, niyetini temiz tutabilmekti. Niyetler kan ve intikam zehriyle bozulacak olursa cihadın manası kalmıyordu. Büyük savaş kişinin nefsine karşı verdiği mücadelelerin toplamıydı.
Onun dönemi pervasızca azgınlaşan nefsin, Allah'tan bir nefha(esinti, güzel koku) olan ruha alenen kast edebildiği bir demdi. Artık haklının değil güçlünün itibar gördüğü; liyakâtin değil zorbalığın meyve verdiği vakitler yaşanıyordu. Öyle bir zamana ulaşılmıştı ki, insanların çoğu için ihanet akıllılıktı. Görüp yüzlerini çeviriyorlar, duyup kulaklarını kapatıyorlardı. Eski ümmetlerden olsalar Allah belki bu insanların hepsini toptan helak edebilirdi. Ancak onlar ahir zaman ümmetiydiler. Üzerlerinde Alemlere Rahmet olan Nebinin gölgesi vardı.
Hissediyordu; Allah uyumakta olan vicdanları yeniden ayağa kaldırmak için bu ümmeti iliklerine değin zangır zangır silkeleyip sallayacaktı.
Aşkın Şehidi " Büyük ağabeyim İmam Hasan'dan duydum. Nasip olmayan emeller için ömür boyu düşünmek, kişiye yeryüzünde verilebilecek en büyük cezadır. Bundan Allah'ın rahmetine sığınırım. Kullara neyin nasip olduğu bilgisi verilmediği için,'Allah bilir!' der ve umut ederim. O, kişiye bilmediklerini öğretendir."