Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Günümüz Türkçesiyle

Ateşten Gömlek

Halide Edib Adıvar

En Eski Ateşten Gömlek Gönderileri

En Eski Ateşten Gömlek kitaplarını, en eski Ateşten Gömlek sözleri ve alıntılarını, en eski Ateşten Gömlek yazarlarını, en eski Ateşten Gömlek yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
HALİDE EDİB ADIVAR, 1882’de İstanbul’da doğdu. Üsküdar’daki Amerikan Kız Koleji’nde okudu. 1908’de gazetelere yazmaya başladığı kadın haklarıyla ilgili yazılarından ötürü gericilerin düşmanlığını kazandı. 31 Mart Ayaklanması sırasında bir süre için Mısır’a kaçmak zorunda kaldı. 1909’dan sonra eğitim alanında görev alarak öğretmenlik, müfettişlik yaptı. Balkan Savaşı yıllarında hastanelerde çalıştı. 1919’da Sultanahmet Meydanı’nda, İzmir’in işgalini protesto mitinginde etkili bir konuşma yaptı. 1920’de Anadolu’ya kaçarak Kurtuluş Savaşı’na katıldı. Kendisine önce onbaşı, sonra üstçavuş rütbesi verildi. Savaşı izleyen yıllarda Cumhuriyet Halk Fırkası ile siyasal görüş ayrılığına düştü. Ardından 1917’de evlendiği ikinci eşi Adnan Adıvar’la birlikte Türkiye’den ayrıldı. 1939’a kadar dış ülkelerde yaşadı. O yıllarda konferanslar vermek üzere Amerika’ya ve Mahatma Gandi tarafından Hindistan’a çağrıldı. 1939’da İstanbul’a dönen Adıvar, 1940’ta İstanbul Üniversitesi’nde İngiliz Filolojisi Kürsüsü başkanı oldu, 1950’de Demokrat Parti listesinden bağımsız milletvekili seçildi. 1954’te istifa ederek evine çekildi ve 1964’te öldü.
Hikâyemin başladığı ana kadar silik, cansız bir Hâriciyye memuru idim. Yazdığım hikâye benden ziyâde, sevdiğim insanların hayatına aittir. Fakat ben de onların arasında yaşıyorum ve kendi hayatım onların hikâyesi ile başlıyor. Onun için kendimi de bazan bu ateş ve kan hikâyesine karıştırmaktan korkarak başlıyorum.
Sayfa 15 - Hâriciyye:Dışişleri BakanlığıKitabı okudu
Reklam
Şunu da itiraf ederim ki kalbimin dertlerini, talihsiz başımın sergüzeştlerini anlatmak için yanıyorum. Fakat bu romanda ben, yeryüzündekileri alâkadar edecek insanlardan bahsedeceğim. Ben daha daimî bir dert ortağı istiyorum. Benim dünya seyahatim artık fazla uzamayacak, vasıl olacağım yerde kendimden bahsedecek bir ruh bulmak isterdim. Ahrete ve ahrette ruhlar olduğuna inanan basit bir adamım. Elbet, mezar sınırlarından ötede, karşılıklı dertlerini anlatacak benim gibi temiz kalpli bir varlık vardır.
Şimdi Ankara Cebeci Hastahanesi’nin küçük bir odasından dışarıya bakıyorum. Uzun, sarı toprak yığınları yükselerek, alçalarak sonsuz uzanıyor. Fakat arkasında öyle kızıl bir gök var ki... Her şey acayip bir surette kızıl, galiba onun kanı! A... bunu böyle düşünmemek lâzım. Doktor ne dedi? Başımdaki kurşun bende hayaller yaratıyormuş. “Çıkarırız!” diyorum. Beyaz gömleğinin kollarına ciddî ciddî bakıyor. Bacaklarımı keseli daha kaç ay oldu? Yatağımın alt tarafı gülünç bir surette boş. Kurşun çıkarsa kafam da boşalır diye mi çıkarmıyorlar; ne bileyim? Belki başımdakileri çıkarıp beni yalnız bırakmamak için kafamdaki kurşuna dokunmuyorlar. Bazan başım çok ağrırsa doktor, “Bir ay sonra ameliyat yaparım,” diyor. “Şimdi İstanbul’a, ailene yaz,” diye ısrar ediyor. Ne yazayım?
Cemal’in geldiği gün, annemin “Bulgarlar ateşkes yaptılar!” dediği gün hikâyenin ilk satırı biçimlendi. Bu beni neden bu kadar rahatsız etti; Bulgar Mütarekesi niçin beni bu kadar sızlandırdı, bilmiyorum. Yalnız annemin alafranga salonunda eşyanın yerini bozacak kadar yerimi değiştirdim, dolaştım. Annem bundan başka da bir şey söylemek istiyordu, dinlemedim. Hoş... Ateşkes, barış istemiyor değilim. Esasen bütün milletlerin kudurmuş gibi, boğaz boğaza, milyonlarca insanı parçalamalarını ma’nâsız buluyordum.
Annem, İzmirli zengin bir ailenin İstanbul’da büyümüş bir kızıdır; hâlâ çiftliklerinden para gelir. Alışkanlıklarımın hiçbiri savaşa bozulmadı.
Reklam
Cemal annemin elini öptü. Ben, en yapmacık tavrımla onu selamlayacaktım. Fakat o katı elleriyle benim pomat kokan yüzüklü elimi öyle bir sıktı ki, ister istemez bu taşralı yeğenin yüzüne gözlerimi açarak bakmaya mecbur oldum. Başım, başım karışıyor. Bugün artık yazamayacağım.
Cemal’in gözleriyle yeni hayatıma başladım. Siyah kirpikli, mavi, açık, güven ve iyimserlik dolu gözleri vardı. Güneşle tunçlaşmış yüzünde ikinci nazarı dikkati çeken ikinci şey yuvarlak, çocuk tebessümü taşıyan ağzıydı. Uzun ve ince vücudu savaş mücadelesinde, sıkıntılara, kudret ve çeviklikle yoğrulmuş görünüyordu. İnsanı selâmlarken kalın ve büyük çizmelerini seri ve askerî bir beceriyle “şark” diye birbirine çarpıyordu. Biraz ağır ve tok bir şive ile konuşuyordu.
Bu günlerde İstanbul, savaş sahnesi gibi olmuştu, Her gün, her gece İngiliz uçakları tepemizden bombalar atıp duruyorlardı.
1.000 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.