Dünya savaşının trajedilerini, özellikle de soykırımla ilgili olanlarını anlatan bu tür kitaplar genelde okuyucunun karşısında 1-0 önde başlarlar. Etkileniriz, çünkü çoğunlukla gerçek olduğunu biliriz. Bu trajediler insani duygularımızı harekete geçirerek bu romanları başka açılardan değerlendirmemizi genelde engeller. Oysa bunlar belgesel değil, kurgu romandır. Ne kadar gerçeğe dayansa da romandır ve vicdanımızı parçalamaktan başka işlere de yaramalıdır. Yaramıyorsa en iyi ihtimalle vasat bir kitaptı denip geçilir.
Aushcwitz Kütüphanecisi kötü bir roman. Yani bir roman olarak kötü demek daha doğru. Orada anlattığı ve kalbimize kazık çakarcasına işleyen öykülerin yarattığı acı bunu değiştirmiyor malesef. Çünkü o öyküler Aushwitz'in kendi öyküleri ve onları yaratanlar yazar değil tarihin en büyük gaddarları olan Naziler. Yazar dümdüz bir şekilde bize onları anlatmış, bir okuyucu olarak onun yani yazarın kalemini kitapta göremedim. Gördüğüm şey kitaplarda, televizyonlarda binlerce kez gördüğüm, okuduğum trajik hayatlardı, beni sarsan şey Auschwitz'in acı gerçekleriydi, yazarın kalemi değil. Roman değil de belgesel olarak bakmak bence kitabın değerini daha çok artıracaktır.
Yine de 2DS'nı anlatan her şeye olan zaafım kitaba birkaç puan vermemi sağlamıyor değil.