Kuşkusuz yanlışlık bende...Öyle ya; dünyayı umursamaz gibi, böyle her şeyi hafife alır gibi davranmam olacak iş mi yani?.. Çevre hızla kirlenirken, Afrika'da bebeler ölürken, Bosna'da insanlar kırılıken... Hele hele dışarda bu kalabalık ve acımasız kentin dört bir yanında onca işsiz reklam yazarı varken!..
Ya siz?.. Bencillik dalgalarıyla kabaran bir yalanlar ırmağında yıkandığımızı siz yadsıyabilir misiniz?.. Kimsiniz?.. Nesiniz?..
Kim olursanız olun, ne yaparsanız yapın, hangi dine inanırsanız inanın ya da hiçbirine inanmayın, yalancı ve ikiyüzlüsüz. Bundan kurtulmamızın tek yolu, bunu kabullenmeniz. Hiç beklemediğiniz bir anda karşınıza dikiliverip suratınıza bir ayna tutarak, kendinize bile itiraf etmekten kaçındığınız gerçekleri yüksek sesle söyletmek isterdim sizlere.
Sorunumu abarttığımı, sizi kendime acındırmaya çalıştığımı sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Duygularımı nerden bileceksiniz? Bütün iyi niyetiniz ve insancıl ilginizle istediğiniz kadar anlamaya çalışın, boşuna!
Eskiden “Nasılsınız Muharrem Bey?” sorusu ile karşılaştığında Muharrem Bey pek de üstünde durmadan “Sağ olun, iyiyim,” gibilerden kaçamak bir yanıt verirdi. “Sizi sormalı.”
Son günlerde ise bu tür sorulara dıştan yine aynı biçimde karşılık vermekle birlikte, içinden kendisinin nasıl olduğunu düşünmeden edemiyordu.
Gerçekten nasıl olduğunu onlara söylemek isteseydi, değişik zamanlar için değişik yanıtlar vermesi gerekecekti.
Sözgelimi aynaya baktığında yaşlı, emeklilerin gittiği o loş kahvede içine kapanık, kalabalık otobüslerde tedirgin, gürültülü caddelerde ürkek, yokuşu tırmanırken yorgun, yemekte iştahsız, yatağına girdiğinde üzgün ve yalnız olduğunu söylemek zorunda kalacaktı.
Ama belki de tek söyleyebileceği sadece bir tek şey vardı, o da çoğunlukla mutsuz olduğuydu.
Yaşamın anlamını sorgulamak ya da kendi yaşamı sona erdiğinde geride değerli ve anlamlı izler kalacağını kendini inandırmak gibi çabaların da gün gelip anlamsızlaşmaya başladığını görmüştü.