Eğer o dondurucu yalnızlığın ısısı, bir milim daha düşse, beni bu dünyaya bağlayan tüm bağlar, çatırdayarak kopacak, nasıl göründüğü umurunda olmayan bir canavara dönüşecektim.
Siyahmış, beyazmış, sarıymış, sadece bu kadarcık bir fark üzerinden işlevi sekteye uğrayacak kadar kusurlu olan yüze, ruhun geçtiği yolmuş gibi büyük bir rol atfetmek; asıl bu ruhu hiçe sayan bir tutum değil mi?
Yüzümü kaybetmekle, aslında çok da gerekli bir şeyi kaybetmemiş olduğuma dair kendini korumaya yönelik görüşün uzantısı olarak, bilinçaltıma maske de basit bir şey gibi görünmüş olmalıydı. Başka bir açıdan bakarsak, sorun maskenin kendisinde değildi. Yüz ve yüzün otoritesine karşı meydan okumaya benzeyen bir anlam burada daha etkiliydi. Eğer şu parçalanmış Bach ya da senin terslemenle karşılaşıp, bu noktaya kadar köşeye sıkıştırılmış hissetmeseydim, belki de hiçbir şey yokmuş gibi yüzümle dalga geçip bırakacak kadar rahat olacaktım.
Yine de kalbimin derinliklerinde, suya damlatılmış mürek- kep gibi, simsiyah gölgelerini yayan bir şey vardı.