Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Hayatı Tefekkürü Mücadelesi

Bediüzzaman Said Nursi

Yavuz Bahadıroğlu

Bediüzzaman Said Nursi Gönderileri

Bediüzzaman Said Nursi kitaplarını, Bediüzzaman Said Nursi sözleri ve alıntılarını, Bediüzzaman Said Nursi yazarlarını, Bediüzzaman Said Nursi yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Kendisi hayatını üç döneme ayırır: Eski Said, Yeni Said, Üçüncü Said... “Eski Said” dönemi, Rus esaretinden kurtulup İstanbul’a dönüşüne kadar (1918) sürer. Bu dönem, Bediüzzaman’ın siyaset ve cemiyet yoluyla davasına hizmeti esas aldığı dönemdir. “Yeni Said” dönemi, Barla’ya sürgüne gönderilmesiyle (1926) başlar, Afyon hapsine (1948) kadar sürer. Bu hayat devresinde Bediüzzaman, “menfaat üzerine dönen siyaset canavarının şerrinden” Allah’a sığınmış, kendini bütünüyle yazmaya ve “Risale-i Nur ekolü” dediğimiz diriliş hamlesini şahlandırmaya vermiştir. Afyon hapsinden sonrası ise (1960) “Üçüncü Said” dönemidir.
Ve yine bizdeki gibi, “halka rağmen halk için” anlayışıyla Batılılaşma başlatıldı. Müzikten kılık kıyafete kadar bir dizi “devrim” yapıldı. Gerçi Arapça okuma yazma yasaklanmadı, ama Fransızca “resmî dil” olarak kabul edildi. O gün bugündür okullar—tıpkı bizdeki gibi—devletin resmî ideolojisini öğretiyor, radyo-televizyon resmî ideoloji borazanlığı yapıyor, gazeteler sık sık irtica yaygaraları koparıyor... Meydanlar “kurtarıcı”ların heykelleriyle, duvarlar vecizeleriyle dolu. Millî bayramlarda “kurtarıcı”ların heykelleri süsleniyor, öğrenciler ve halk heykellerin önünde saygı duruşuna zorlanıyor...
Reklam
Cezayir aynasında kendimizi seyreder gibiyiz: Benzerlik olursa, ancak bu kadar olur...
Cezayir olaylarına, Batının, özellikle de Cezayir’i yıllarca sömüren Fransa’nın bakış açısı budur. Seçim sonuçlarına değil, petrol kuyularından ülkelerine akacak ucuz petrole bakmaktadırlar.
Demek oluyor ki, Batının demokratik hassasiyeti sadece dilindedir. Dilinden fiiline inilince aşırı çıkarcılığı sırıtıyor. Felsefesi şu: “Menfaatlerime uyduğu müddetçe kimin ne yaptığı önemli değil...”
Din namına siyasete atılanlar iktidarla muhalefet, galibiyetle mağlûbiyet, yüksek mevkilere gelmekle gelememek arasında kalırlar. İster istemez kitlenin hoşuna gidecek mesajlar vermek zorunda kalırlar. Bu ise her zaman dinî hükümlere paralel olmaz. Dine tâbi olması gereken siyasetçi, istese de istemese de bazen dinî siyasete alet eder. Ve her hatası dinin hanesine yazılır, bu da tabiatıyla dini zayıflatır.
Reklam
Şu hâlde Şark’ı [Doğuyu] Garb’ın [Batının] önüne, dinî salâbet geçirecektir: “Şark’ı ayağa kaldıracak olan, dindir.” Eğer halkın yüzde 60-70’i “hakikî” manada dindarlaşırsa siyaset geri plânda kalacak, çatışma ve tartışma ortamının yerini inşa ve irşat hareketi alacak, Müslümanlar arasına siyaset kılıç gibi girmeyecek, ayrılık tohumları yeşermeyecektir.
Bir toplumda siyasetin ağırlık kazanıp her şeyin önüne geçmesi, kriz alâmetidir. İslâm âleminde dinî inkişafın dolu dolu yaşandığı yıllarda siyaset ve riyaset meseleleri gündemi işgal etmemiş, gündemi işgal ettiği dönemlerde ise gelişme durmuştur.
“Nur talebeleri gelip Üstadımızdan soruyorlardı: ‘Üstadım, reyimizi kime verelim?’ Üstad Hazretleri de bunlara şu cevabı veriyordu: ‘“Demokratlar parmak, Halk Partisi ise bilek kesiyor. Nur talebeleri, ehvenişer olarak Demokratlara rey veriyorlar.’
14 Mayıs 1950 günü yapılan ilk demokratik seçimi Demokrat Parti kazanacaktır. Millet baskılara baş kaldırmış, vaktiyle Halk Partisi kodamanlarının çizdiği istikamet haritasını yırtıp çöpe atmıştır. Korkutulmuş, ürkütülmüş, sindirilmiş çoğunluk, eline geçen ilk fırsatı böylece değerlendirerek zulüm ve işkence odaklarını cezalandırmıştır.
Reklam
“Son sözüm: Risale-i Nur’la mübareze edemezsiniz ve etmeyiniz. Onu mağlûp edemezsiniz... Mübarezede, millet ve vatana büyük zarar edersiniz; fakat şakirtlerini dağıtamazsınız. Çünkü hakikat-ı Kur’aniyenin muhafazası yolunda 40-50 milyon şehit veren bu vatandaki geçmiş ecdadımızın ahfadına, bu zamanda hakikat-ı Kur’aniyenin muhafazası ve âlem-i İslâm’ın nazarında, eskisi gibi, dindarane kahramanlıkları terk ettirilmeyecek...”
Başına Adalet Külahı Geçirmiş Zulüm
23 Ocak 1948... Başına “adalet” külahı geçirmiş zulmün yüz kızartıcı bir vahşetine sahne oluyor Emirdağ... Bediüzzaman ve talebeleri, aynı vehimlerin harekete geçmesi sonucu yine evlerinden, dükkânlarından, dairelerinden alınarak topluca Afyon’a sevk ediliyor ve ceza evine dolduruluyorlar. O zamana kadar pek rastlanmayan şiddette bir kış var. Soğuk, iliklere işliyor... Bediüzzaman, ısıtılamadığı için boşaltılmış 60 kişilik büyük bir koğuşa tek başına konuyor. Doğru düzgün bir şilte, hatta ısrarına rağmen tek fazla battaniye verilmiyor. Talebelerinin koğuşa soba kurma isteğiyle ceza evi yönetimine müracaatları, dayakla cevaplandırılıyor. Hem yaşlı, hem hastadır. Bilerek ve isteyerek ölüme terk edilmiş; çünkü ölüm, ondan kurtulmanın yegâne çaresi olarak kafalara yerleşmiştir.
Bunca zulmün insan mantığına sığması zor; ama devir mantığın değil, saplantıların egemen olduğu devirdi; yalancı cennet ve cehennemlerin kurulduğu devir... O devirde toplum tek fikre, tek görüşe, tek istikamete mahkûmdu; bildiğince yürüyenlerin önüne zindan, hatta sehpa çıkıyordu. Düşünen nice kafa, darağaçlarında koparıldı... Artık mazlumlar eşkıya, zalimler evliya muamelesi görüyor.
276 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.