Biliyor musun Süleyman?.. O gün bambaşka bir gündü. O gün, mümin ile münafıkın belli olduğu Uhud günü gibiydi, Sultan Alp Arslan’ ın Uhud’u… Sultan düşmüş, ben düşmüştüm. Yediğim hançer ciğerimi delmiş, gözümün ferini söndürmüştü. Kolumu bile kıpırdatamıyordum. Birileri “ Sultan öldü.. Sultan öldü.." diye bağırıyor, kaçışıyorlardı. O an sanki Uhud’daydım. Okçular, birbirlerine bakıp “ganimet , ganimet” diye bağırıyor, tepeyi terk ediyorlardı. Atlılar, piyadeler kaçmış, müşrikin bir Peygambere taş atıp yüzünü başını yaralamıştı. Mübareğin dişi kırılmış, ağzı kan dolmuştu. “ Canım sana feda olsun” diyenlerin çoğu kendi canlarının derdine düşmüş “Peygamber öldü.. Peygamber öldü” diye bağırıyor, kaçışıyorlardı. Ben o an Abdullah bin Cübeyr gibiydim, tepeden inen okçuları tutamıyor, yerimden bile kımıldayamıyordum. Birden bir ses duydum. Sanki Uhud’un eteklerinden Enes’in sesi, Esma’nın haykırışı çınlıyordu kulaklarımda… “ Bre, siz niye ölmediniz, niye hala yaşıyorsunuz?..” İşte son hatırladığım buydu. Sonra bayılmışım…
Sayfa 34 - Kronik Yayınları