Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Beyrut Şehremininin Anıları

Selim Ali Selam

Beyrut Şehremininin Anıları Gönderileri

Beyrut Şehremininin Anıları kitaplarını, Beyrut Şehremininin Anıları sözleri ve alıntılarını, Beyrut Şehremininin Anıları yazarlarını, Beyrut Şehremininin Anıları yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
“Hakikati söylemem gerekirse, Avrupa devletleri devletimizin varlığını koruyacaklarına defalarca söz verdiler ama her fırsat bulduklarında topraklarından bir kısmını koparıp aldılar. İşte onlar İran'ın bağımsızlığını koruyacaklarına da söz vermişlerdi. Ama gerçekte onu ikiye böldüler: Rus İranı, İngiliz İranı. Rusya’nın uzun süredir hedefi payitahtı işgal etmektir. İngiltere'nin hedefi Irak, Fransa'nın hedefi de Suriye'dir. Onları bu düşüncelerinden vazgeçirecek hiçbir vasıta bulunmamaktadır. Bu durumda onların sözlerine nasıl güvenebiliriz ki? Harbin dışında kalsak, harbin sonunda bu söylediğim bölgeleri kendi aralarında paylaşacaklar. Bu yüzden kaderimizi Almanya'nın kaderiyle ortak etmeye mecbur kaldık. Evet, Almanya ile aramızda bir ittifak var ancak bu gizli bir ittifak. Bu ittifakı yapan da sizin başkanınızdır.
Sayfa 148Kitabı okudu
Osmanlı ordusunun bozguna uğramasının sebebi, İttihatçı hükümetin iktidardan ayrılıp Sadrazam Kamil Paşa başkanlığındaki İtilafçı hükümetin göreve gelmesiydi. Merkezî hükümeti devralan Kamil Paşa, Vâlî Ebu Bekr Hâzim Bey'i görevden almış 40, sâbık vali Edhem Bey'i yeniden atamıştı. Valinin buraya gelmesinden sonra ahalinin kafa karışıklığı iyice artmıştı. Öyle ki, arkadaşım merhum Nahle et-Tüveynî Bey bana, Fransız konsolosuyla görüştüğünü, konsolosun kendisine yardım sözü verdiğini ve ayaklanma ilan etmemiz halinde hükümetinin gerekirse yirmi bin askerle bize yardım etmeye hazır olduğunu söylediğini anlatmıştı. Fakat biz bu duruma, devletin zayıflığına ve İttihatçıların bize ve halkımıza uyguladığı baskıya rağmen Osmanlı Devleti'ne bağlı kalmayı tüm samimiyetimizle istiyorduk. {Bunun üzerine} Vali Edhem Bey'e gittim ve vaziyeti kendisine haber verdim. Halkın bir kısmının devletten ayrılma taraftarı olduğunu, bir kısmının Mısır'a, bir kısmının Fransızlara katılmak istediğini söyledim ama arkadaşım Nahle Bey'in sözlerindena bahsetmedim. Kendisi bana, devlete o sırada musallat olan zayıflık halinde ortaya çıkması muhtemel durumlardan korunmak için neler yapılması gerektiği hakkındaki düşüncemi sorunca şöyle cevap verdim: “Devletin güçsüzlüğü veya kuvveti bir yana, sadece bu vilayette değil bütün vilayetlerde geniş çaplı ıslahatlar yapılmadıkça şimdi yahut gelecekte kötü gidişat engellenemez."
Reklam
Aynı yıl, bütün Balkan devletleri birleşerek Osmanlı Devleti'ne harp ilan ettiler. Bu harbin, Osmanlı'nın Avrupa'daki topraklarını paylaşma emelinden başka hiçbir gerçekçi sebebi yoktu. Fakat büyük devletler de dâhil olmak üzere bütün dünyada, Osmanlı'nın bu devletlerin hepsine birden karşı çıkabileceği ve savaştan galip ayrılacağı fikri hakimdi. Bu inanç, mezkûr devletlerin dışişleri bakanları aracılığıyla yaptıkları, savaş nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın Balkanlardaki statükonun değişmesinin mümkün olmadığını söyleyen duyuruda da görülüyordu. Fakat savaş başladıktan kısa süre sonra Osmanlı ordusu çözüldü ve korkunç bir hezimete uğradı. O gün Fransızların donanmalarını buralara göndereceği haberleri de yayılmıştı. Bütün bunlar, bazı vilayetlerin durumlarını gözden geçirmelerine sebep olmuştu. Bu konuda Beyrut vilayetinin endişeleri, coğrafi konumu ve eskiden beri kendisini çepeçevre saran tamahkâr bakışlar yüzünden diğerlerininkinden daha çoktu. İçlerini bana döken bazı arkadaşlarım İngiliz himayesi altındaki Mısır'a katılma arzularını ifade ederken, bazıları da Fransız işgaline taraftar olduklarını gösteriyorlardı.
Son demlerini yaşayan ve zayıf duruma düşen Osmanlı Devleti, Sultan Abdülhamid'in kötü yönetimi yüzünden, değil büyük devletlerin küçük devletlerin bile aşağılamalarına hedef olmaktaydı. Hayatı hakkında çok endişe eden Sultan, adı var kendi yok hale gelen donanmayı ihmal ediyor, orduyu zamanın gereklerine göre tanzim etmek için gereken ilgiyi göstermiyordu.
Aslında Fransa ve İngiltere Arap bağımsızlık hareketlerine karşı çıkmışlardır. Osmanlı Devleti'ne karşı bu hareketlere yardım etmeleri aslında, 1916 Mayıs'ında imzalanan Sykes-Picot anlaşması uyarınca bölgedeki kendi ortak planlarını gerçekleştirmekten başka bir amaca mebni değildir. Lübnanlıların Osmanlı hükümeti tarafından maruz kaldıkları olumsuzluklara rağmen, Fransız askerlerinin Lübnan'ı ve bizzat Beyrut'u ayakları altına almaları bağımsızlık taraftarı her vatanseverin kalbinde acı bir yara olarak kalmıştır. Çünkü onlar bu Fransız işgalinin Lübnanlıların kendi içlerindeki siyasi ve mezhebî çatışmalara yeni bir merhale katmaktan başka bir şey olmadığını bilmekteydiler. Lübnanlı gruplar Fransızların Osmanlı Devleti'ne karşı kendilerine yardım etmesinin aslında Lübnan'daki diğer gruplar aleyhine yapılan bir yardım olduğunu bilmekteydiler. Lübnan'ın bazı bölgelerinde Fransızların karşılanması sırasında ortaya çıkan görüntüler bunun göstergesiydi.
Beyrut'ta Ömer ed-Dâ'ûk başkanlığındaki Arap hükümetinin ilanından sonra, Fransa ve İngiltere'nin bu hükümeti yıkmak için çalışmaya başladıkları anlaşıldı. 4 Ekim 1918'de Fransız uçakları büyük saraydaki hükümet konağı üzerinde daireler çizip tahıl ambarlarını ve silah depolarını bombaladılar. Halk korkuya kapıldı ve saraydaki herkes etrafa dağıldı. Aynı gün, B'abda'da bulunan Türk birliği de bütün techizatıyla birlikte teslim olmuştu. 6 Ekim 1918'de Beyrut limanına dört İtilaf devleti zırhlısı demir attı (İkisi İngiliz ikisi Fransızdı). Komutanları gemilerden inip Arap hükümetinin temsilcileriyle görüştüler. Ardından belediye başkan vekili Jan Bustrus ile görüşmeler yaptıktan sonra Sayda'ya gittiler. Aynı gün, aradan birkaç saat geçmeden İngiliz ordusunun öncü birlikleri Hintli askerlerle birlikte gelip Beyrut'un ormanlık bölgesinde ve Furnü'ş-Şübbâk mevkiinde karargâh kurdular. 11 Ekim 1918'de İtilaf devletlerinin askerleri şehre girdiler. Komutanları Arap hükümetinin teslim olmasını ve bütün stratejik merkezlerin teslim edilmesini istedi. General Allenby'nin emirleri doğrultusunda -sonradan- Lübnan olarak bilinen bölge Fransızlara teslim edilecek, yalnızca Suriye'deki Arap hükümeti Emir Faysal yönetiminde kalacaktı. Nitekim Beyrut ve Cebel bölgesindeki Arap hükümeti on bir gün görev yaptıktan sonra Fransızlar yönetimi devraldılar. Bu süre boyunca bölgede huzur ve güven hâkimdi. Selim Selâm'ın söylediği gibi, “tek bir kurşun dahi atılmamış, hükümeti teslim aldığımız süre boyunca tek bir yağma hadisesi olmamıştı.”
Reklam
Emir Faysal ve Selim Selâm arasındaki görüşmelerin sonunda Selim Selâm Emir'i “yabancıların maksatları ve ülke hakkındaki emelleri" konusunda uyarmış ve "çoğu zaman kendilerine ve sözlerine güvenilmemesi gerektiğini" söylemiştir. Cemal Paşa ve Osmanlı Devleti'nin Arapların isteklerine karşılık vermemesi yüzünden, Selim Selâm -hatıralarında da söylediği gibi bir Osmanlı ve islahat taraftarı olmasına rağmen Arap ayaklanmasına katılmaktan geri durmamıştır. Daha önce Abdülkerim el-Halil'in görüşlerine karşı çıkmasına ve Abdülgani el-Ureysî'nin görüşlerine katılmamasına rağmen, Emir Faysal'la bir araya geldikten sonra böyle bir karar almıştır.
Selâm, Beyhüm, Tabbâre ve ez-Zehrâvî Pichon'a kongredeki maksatlarının Osmanlı Devleti'nden ayrılmak olmadığını, sadece Arapların haklarını kazanmak için uğraştıklarını anlatmışlardır. Bu bağlamda, Selim Selâm'ın Şark Meseleleri Müdürü'ne söylediği şu sözler hatırlatılabilir: “Efendim! Ülkemizin gidişatı hakkındaki hakiki his ve görüşümüzü anlamanız bizim için önemlidir. Bizler adem-i merkeziyetçiliği ve elimizden alınmış olan haklarımızı talep ediyor olsak da, yüce halifemiz emirülmuminin hazretlerinin saltanatına sıkı sıkıya bağlıyızdır. Onun hâkimiyetinden ayrılmak ve sizin korumanızı talep ederek ülkemize gelmenizi istemek aklımızın ucundan bile geçmez. Arkadaşlarımızın bu sözleri, Arap gösterdiği anlayış ve hizmetlerinden dolayı Fransa için teşekkür mesabesindedir.'
Esad Dâgir bu bağlamda, Paris Kongresi’nin zayıf noktasının “Fransız işbirlikçileri tarafından içine sızılan ve faaliyetleri ile kongreyi hedefinden saptırıp üyelerinden bazılarının kendi halkları ve Türkler gözündeki itibarını zedelemeyi başaran” Cemiyet-i Islahiye olduğunu söyler. Dönemin muasırları, Cemiyet-i İslahiye'nin din-mezhep temeli üzerine kurulmadığını ve Lübnan'da din-mezhep temeli üzerine kurulmayan partilerin ilk örneği olduğunu, ancak içine aldığı Hristiyan üyelerin Müslümanları arkalarından vurduğunu söylerler.
1913 Ocak başlarında el-Mukattam gazetesi “Beyrut Islahat Hareketi” başlığı altında yayınladığı bir yazıda, Beyrut halkının ısrarla ıslahat istediğini ve Vali Edhem Bey'in, uygun gördükleri ıslahatları ihtiva eden bir dilekçeyi kendisine sunmalarını Beyrutlulardan istediğini söylemektedir. Gazetenin Beyrut muhabirinin bildirdiğine göre ıslahatçılar İstanbul'daki merkezî hükümet ile çeşitli vilayetlerdeki hükümetlerin bozulmasının her türlü kötülük ve belanın sebebi olduğuna inanmaktadırlar. "Cem'iyyetü'l-ıslâhi'l-‘âmm fî Vilâyeti Beyrût" (Beyrut Vilayeti Umumî Cemiyet-i Islahiyesi) 1 Şubat 1913'te islahat kurulu olarak veya “el-Cem'iyyetü'l-ıslâhiyye” [bundan böyle "Cemiyet-i Islahiye" şeklinde gösterilecektir] adıyla bilinen bir heyet kurmaya ve 14 maddeden oluşan bir program ilan etmeye muvaffak olmuştur. Programın önemli başlıklarından bazıları şunlardır Özerk kalmaları karşılığında Osmanlı Devleti'nin parçası olmayı sürdürmeleri koşuluyla, adem-i merkeziyetçiliğe uygun olarak Arap vilayetlerine özerklik sağlanması, vilayetlerin yönetim ve idaresinin yerel Arap vatandaşlarına bırakılması. “Islahat Kurulu”nun diğer bir isteği Türkçe gibi Arapça'nın da resmî dil kabul edilmesi ve Meclis-i Mebusân'da geçerli dil olarak kullanılmasıdır. Yeri gelmişken söyleyelim ki ıslahat layihası Selim Selâm'ın başkanlığında 13 Ocak 1913'te gerçekleştirilen bir oturumda, üzerinde bazı değişiklik ve düzeltmeler yapıldıktan sonra kabul edilmiştir. Cemiyet daha sonra projenin hayata geçirilmesini takip etmek üzere de bir kurul oluşturmuştur.