Demek ki eğer hem önsel hem de bireşimsel yargıların bulunduğu kanıtlanabilirse, dış dünya üzerine, hiç bir deneyden türetilmeden, yalnızca uslamlamayla ulaşılan bilgilerin bulunduğunu, üstelik bu bilgilerin zorunlu ve ayrıksız oldugunu kabul etmek gerekecektir. Bu da Kant'a göre, metafiziğin olanaklı olduğu anlamına gelir. Böyle bir durumu kabul etmenin, gerçekten, usla diş dünya arasında gizemli bir bağıntının varlığını önvarsayan metafizik bir dünya görüşünü gerektireceği söylenebilir.
Gerçekten bir kuramın, denetleme yoluyla, doğruluğunun ya da yanlışlığının saptanması olasılığı yoksa o kuramın "bilimsel" olduğu söylenemeyeceği gibi, bir ona kuram bile denemez.
Böylesine uzun bir zaman süresinin birikimlerinin sonucu olan becerilerin açıklanmasında "Tanrı bize duyu organları vermiş ve böylece dış dünyanın nesnelerini oldukları gibi algılamamıza olanak sağlamıştır" demekten öte bir anlam taşıma yan Naif Gerçekçi kuramın temelindeki çürüklüğü bir yana bırakıp ayrıntılarındaki eksik ve yanlışları düzeltmeye çalışmak ta bir yarar bulunduğu düşünülemez. Birçok filozoflar, insanın bilgi edinme. mantıksal çıkarımlar yapma vb. yetilerinin nasıl ortaya çıktığının felsefeyi ilgilendirmediğini felsefenin yapma si gereken şeyin, bu yetilerin sağladıkları olanaklarla bu ola naklanın sınırlarını belirlemek olduğunu kabul eden bir yakla şımla sorunları ele alırlar. Bu yaklaşım biçiminin, herhangi bir yetinin doğasının anlaşılmasının onun kaynağının bilinmesiyle sıkı bir bağlantı içinde olduğunu gözden kaçırdığı söylenebilir. Görme olayının nasıl gerçekleştiğini bilmeden ya da hiç olmaz sa bu bilginin yerine geçecek bir varsayım ortaya koyarak bir bakış açısı belirlemeden, gördüğümüz şeylerin nesneler mi yoksa duyu-verileri mi olduğu konusundaki tartışmaların bir sonuca bağlanması beklenemez.