Onunla her saniye değerliydi.
Belirli bir sürenin sonunda bu masumiyeti neden kaybediyorduk? Birkaç dakikalık bir gecikmeyi bile önemsemeye başlamamızın sebebi neydi? Ötekinin nefret ettiğimiz bir yemeği, bir rengi hatta bir parfümü sevmesinin ne anlamı vardı? Neden başlarda, hiçbir şeyin bize ait olmadığı zamanlarda diğerine ait her şeyle ilgilenirken, sonunda bizim istediğimize uymayan tek bir şey bile işkenceye dönüşüyordu?
Çocukken, yetişkinlerin her şeyin yolunda gittiği bir dünyanın anahtarını elinde bulundurduğundan, mutlu olmak için onları taklit etmenin yeterli olacağından, acılarımızın deneyimsizliğimizin ve bilinmeze dair korkularımızın bir sonucu olduğundan emindik. Fakat yetişkinliğe ulaşınca büyümenin barikatların arasına sığınmak, olası tuzaklardan uzak durmak olduğunu görüyordu insan. Kavrayış, haz, paylaşım, çaresizce ihtiyaç duyduğumuz her şey bir başka hayat içindi ve bu hayat için “mış gibi” yapmakla, zaman doldurmakla, kılık değiştirmekle yetinmek gerekiyordu.