Sel felaketi, deprem… Bunlara “doğal afet” diyoruz.
Ama doğal afeti yaşarken, yaşadıklarımız doğal değil. Kader, kısmet değil. Hele tanrı buyruğu hiç değil.
Doğal afet sırasında ve sonrasında yaşadıklarımız bizim suçumuz. Yalnız ve yalnız bizim suçumuz. Bilgisizliğimiz, birikimsizliğimiz, çıkar tutkumuz, açgözlüğümüz, doymak bilmezliğimiz, çalıp çırpma alışkanlığımız, dizginleyemediğimiz hırslarımız, doğaya ve insan yaşamına saygısızlığımız, sevgisizliğimiz… Bir de unutkanlığımız… Toplumsal bellekten yoksun oluşumuz!
“Damarlarımızdaki asil kan “artık yalnız daha çok para, daha çok şöhret, daha çok iktidar tutkusu ile dolaşıyor. Vatanın her avuç toprağından alınteri, emek değil, ufalana ufalana toza dönüşen, sele yele karışan taş parçacıkları fışkırıyor…
Sen, deprem, grizu patlaması… Bir an tüm ilgimizi bunlara yoğunlaştırıp, timsah gözyaşları döküyoruz. Sonra devlet büyüklerinin demeçlerini dinliyoruz. Sonra hepsini unutuyoruz. Saman Alevi gibi parlayıp, hava kaçıran balon gibi sönüceriyoruz. Ve gaflet uykusunu sürdürüyoruz. Gözlerimizi dikmiş, medyanın bize sunacağı bir başka sansasyonel olayı bekliyoruz… Ama bu arada fareler beynimizdeki bilmiş farkında bile değiliz.
İzin vermeyin farelerin ne bedenlerinizi ne de beyinlerinizi kemirmesine. Her “doğal afet” öncesinde de sonrasında da her bireyin yapabileceği çok şey var. İşe, kendinize, “Ben ne yapabilirim?” diye sormakla niye başlamıyorsunuz!