Bazı kişileri, diğer pek çoklarından ayrı ve özel kılan hâllerden biri de her türden duyguyu bazen kafiyeli bazen gelişigüzel mısralarla kimi zaman da düz bir nesirle -ama bir şekilde- yazarak anlatabilmeleridir.
Neden bu kadar çok, insanı anlamaya dair kitap yazar ve okur olmuştu insanoğlu? Anlaşılmayan neydi?
Kırk, elli yıl önce, yazılmamış olan bu kitaplar yokken nasıl anlıyorlardı birbirlerini atalarımız?
Peki, güç nedir, nerede gizlenir? Bedende, bilekte, yoksa kalpte mi? Sözde, gözde yoksa özde mi? Denize akseden ışıkların, ayın, yıldızların ruhta yarattığı duygu durumunu görmek ya da görmemekte mi?
Ulaşmadığımız ama ulaşmak için yolunda olduğumuz bir yerin, bir zamanın, bizim için ne ifadesi olabilir ki meraktan başka. Adını duyduğumuz ama görmediğimiz bir kent gibidir, ülke gibidir gelecek zaman; hakkında pek çok duyarız ama ancak o şehre vardığımızda nasıl olduğuna dair kişisel bir fikir oluşturabiliriz; varana kadar her şey ya başkasının gözlerinin gördüğüdür ya da hayalimizin ürünüdür.