* Tata, mutluluk nedir ?
- Hiç portakal yedin mi ?
* Hayır, ama duydum. Portakallar gerçek midir ?
- Önemli değil. Hiç üşüdükten sonra ısındığın oldu mu ?
* Evet! Mutluluk bu mudur ?
Gülümsedi.
- Mutluluk budur.
Bir dakika sonra Janina’yı gördüm. Bir caddenin köşesindeydi, hiç kıpırdamadan duruyordu, yiyecek çuvalını hemen yanma yere bırakmıştı; saklanmaya çalışmıyordu bile. Seslenmek istemedim. Arkadan sessizce yaklaştım. Kıpırdamıyordu. Bir şeye bakıyor gibiydi. Yukarı bakıyordu. Ve sonra gördüm. Ampulü uzun zamandır ışıldamayan bir sokak lambasının demirine asılı bedeni gördüm. Boynundan asılmıştı.
Asılı bir bedenin Janina’yı neden durdurduğunu merak ettim. Bu, gördüğü ilk beden değildi. Ölüm bize yaşam kadar tanıdıktı. Hâlâ nefes alan, yürüyen o insanlar bile sanki binlerinin kendilerine ölü olduklarını söylemesini bekliyor gibiydiler.
“Portakalın tadı nasıldır?” diye sordum.
Gözlerini kapattı. “Hiçbir şeyin tadına benzemez.”
“Neye benzer?”
“Batmak üzere olan küçük bir güneş gibidir."
Uri, "Bizi aç bırakıryorlar," diyordu.
"Neden?" diye sordum.
"Bizden kurtulmak için. Bizi öldürmek için," dedi Enos.
"Ne diye bizi vurup öldürmüyorlar?" dedim.
Enos at gibi kişnedi. "Kurşuna para harcamamak için."