—Evet, siz gençler, vucuttan başka hiçbir şey görmezsiniz. Bizim zamanımızda ise öyle değildi. Benim aşkım şiddetlendikçe sevgilim gözümde o nispette manevileşiyordu. Siz şimdi yalnız bacak, baldır görürsünüz, hatta daha başka şeylere... Siz sevdiğiniz kadınları soyarsınız bile... Ama bana göre; Alfons Kar'ın dediği gibi...Doğrusu iyi bir yazardı benim aşık olduğum kadının üstünde daima tunçtan elbiseler bulunur. Biz kadınları soymak değil, hatta Nuh'un oğlu gibi onların çıplaklığını örtmeye çaışırdık. Haydi canım, siz bunu anlayamazsınız.
Alyoşa kışın şafak'la kalkıyor, odun kesiyor, avluyu süpürüyor, ineklere ot veriyor, atları suluyor, yemlerini veriyordu. Sonra da sobaları yakıyor, efendilerinin çizmelerinin temizliyor, elbiselerini fırçalıyor, semaveri koyuyor, küllerini temizliyordu. Sonra ya uşak çağırıyor, eşya taşıtıyor, yahutta aşçı kadın hamur yoğurtuyor, tencereleri ovduruyordu. Daha sonra alışveriş için şehre gönderiyorlar, daha sonra da hanımın kızını getirmek için liseye yolluyorlardı. "Ah melûn, ah! Nerelerde kaldın" diyerek de üstelik azarlıyorlardı. "Ne diye kendiniz gideceksiniz, Alyoşa şimdi gider, yapar. Alyoşa! Öyle değil mi?" Alyoşa koşuyordu.
Daima neşeli idi. Çocuklar alay etseler de susuyor veya gülüyordu. Eğer babası azarlasa gene susuyor, dinliyordu. Azarlaması biter bitmez gülümsüyor, yapmakta olduğu işe devam ediyordu.