Lambanın ışığının uzanamadığı karanlık köşeden, bir mahkûmun pişmanlık dolu sesini anımsatan bir sesmişçesine gelen, "Tanrım, neden hep ben?" sözünü işittim. Araya girmem gerekti: Kendi kendine yakarma!
‘Neden buralara kadar geldi , merak ediyorsun. Şimdiye kadar ondan bir isteğin oldu mu? Yok. Olmadı. Olmuşsa da gerçekleşmiş değil. Gerçekleşmeyen şeyin de olup olmaması mühim değil. Dileksiz kala kala ona yakarmayı unuttun. O da bunun farkında. Göz göze geldikçe bir duygu kozası seni örmeye başlıyor. Bu sana herşeyi yaptırabilir. Kalkabilirsin. Kapanacak ayaklar arayabilirsin. Bulamazsın. Öpülecek el. Bulamazsın. Sarılacak kucak. Asla olmaz. Gövdesiz bir baş mı var karşında? Var mıydı sahiden? ‘
Kendini ne bir zamana ne de bir mekâna ait hissediyorum. Doğum ve ölüm tarihlerini de birer var olma kazığı olarak görüyorum. O kazığı çakmaya da hiç niyetim yok.