Tuhaf yargılara, olmayacak güçlere tutsaktı insanlar. Gerçekte uçucu, bulutsu ama aşılması olanaksız duvarlar içinde yaşıyorlar, burunlarının bir karış ötesini göremiyorlardı. Bir sisteydiler, iki adım ötesini bulandıran. Çevrelerini kuşatan bu sis içlerini de kaplamıştı. Kişi kendini bile göremiyordu. Bulanıktı çevre, bulanıktı yolcu, doğa, ilişkiler. Ve sevginin yıldızı doğmamıştı daha. Onun ışığı vursa bu karanlığa, belki göz araştırmaya başlar, anlamaya çalışır, anlardı da.
Şu kaymak tabaka var ya, şu bir giydiğini bir daha giymeyen, şu lüks arabalardan inmeyen, Avrupa'larda dolaşan, karısını kızını, hastalandı mı, yüce profesörlere gösteren kaymak tabaka, hepimiz onun için çalışıyoruz.
"Tanrı yağmaya ve soyguna bırakmış orospunun vücudunu. Çiçekleri yolunan, dalları kırılan ağaç yemişe durur mu! Orospunun tutulur gibi olması o kırk yılda bir düşen erkeğe bakıp bir çeşit hüzünlenme, sağlam bir ilişki kurmanın olanaksızlığını anlamaktan doğan bir tortudur yüreğinde."