Dil konusundaki bilincin ve sosyal birlikteliğin önemli bir kaynağı, bir topluluğun dil koruma programının parçası olarak ayarlayabileceği okul dışı aktivitelerdir.
Kitaplar sahibine sadık hazinelerdir. Bir süre ihmal edilebilir veya unutulabilirler. Ama yeniden açıldıklarında içindekileri paylaşırlar. Hafıza bir kere ara verildi mi yerine gelmez. Yazı diliyle öğrenme güneş gibidir; onu gizleyen bulut çekilince her zamanki gibi parlar. Gelenek ise meteora benzer; yere bir kere düştü mü yeniden parlamaz.
İnsanlar dillerinin devam ettirilmesinde fikir birliği içindedir fakat kendilerinin bu işin bir parçası olması gerektiğini hissetmezler. Bunu onlar için başkalarının yapmasını isterler.
Barınma, yiyecek, güvenlik ve sağlık gibi temel ihtiyaçlar karşılanmadığı zaman dilin korunmasını veya yeniden canlandırılmasını düşünmek gereksiz bir lüks gibi geliyor.
Eğer insanlar kendi dillerinden gurur duyarsa, başkalarının onu kullanmasından haz alırsa, kendileri mümkün olduğunca kullanırsa, yaratıcı kullanmaya çalışırsa ve dilin duyulabileceği ortamlar sağlarsa dili korumak için şartlar uygun demektir.
Mekanizma ne olursa olsun netice aynıdır; insanlar, dilleri yüzünden aşağılık duygusuna kapılmaya, ondan utanç duymaya, daha fazla küçük düşmemek için dili kullanmaktan kaçınmaya ve doğal olarak çocuklarını aynı deneyimden korumaya başlar.
İnsanlar hayatta kaldığı halde dilleri ölebilir. Topluluğun üyeleri hayatta olabilir, yurtlarında yaşamaya devam ediyor da olabilirler ancak dilleri yine de yok olmaya yüz tutup nihayetinde ölebilir. Bu bağlamda en çok karşılaşılan terim "kültür asimilasyonudur."