"Her şey mutlu ve sevinç içindeydi. Kuşlar, bitkiler, böcekler, çocuklar... Yalnız büyükler, o olgun, yetişkin kimseler, birbirlerini aldatmaktan, birbirlerine eziyet etmekten geri kalmıyorlardı."
Toprak hiç kimsenin malı olamaz, tıpkı havayı, suyu, güneş ışığına alıp satmanın imkansız olduğu gibi. Onun insanlara sağladığı faydalardan eşit bir pay almak herkesin en doğal hakkıdır.
Oysa insanlar ırmaklar gibidir: Su hep aynıdır fakat, ırmak bazı yerde dar, bazı yerde daha geniştir. Bir yerde yavaş akar, bir yerde hızlı. Suyu bazen sıcaktır, bazen de soğuk, bazen duru, bazen de bulanıktır. Her insan kendinde tüm insancıl niteliklerin bir kısmını gösterir. İnsan hep aynı kişi olmasına karşın bazen kendini tanıyamayacak kadar değişik davranış içerisinde bulunabilir.
O zamanlar Tanrı’nın dünyası onun için zevkle, hevesle çözmeye çalıştığı bir sırdı. Şimdiyse hayatta her şeyi basit, açık olarak görüyor ve sürdüğü hayatın koşullarını uyuyordu.
Yine de içinde yükselmeye başlayan pişmanlık duygusuna kendini kaptırmıyordu. Durumu; hayatını, yaşayışını değiştirmeden geçip gidecek bir rastlantı gibi karşılıyordu. Kendini bir kukla gibi görüyordu. Ustası onun boynuna bağlı olan ipleri tutmuş, Yaptığı kötü işi ödetmek için burnunu yerlere sürüyordu.
Şimdi de tıpkı vaktiyle yaralı bir kuşu öldürmek zorunda olduğu zaman hissettiği o ıstırapla karışık Nefreti duyuyordu. Yaralı kuş av torbasında çırpınıp duruyordu. İnsan böyle zamanlarda kendinden tiksinir fakat, yine de bir acıma duyar. Ve böyle zamanda kuşu öldürüp her şeyi unutmak derdindedir.
Evlilik aleyhine bir takım konular da vardı. Örneğin, ilk gençlik devrelerini atlatmış bekarların hepsinde görülen özgürlüğünü kaybetme korkusu, kadın denen gizemli yaratık hakkında bilinçsiz bir ürküntü.