Ben ailemin konuştuğu dili konuşmuyorum, onların sahip oldukları hiçbir anıyı paylaşmıyorum. Onlara ait olan, onları onlar yapan şeyler, tarihleri, kültürleri, inançları, umutları bana aktarılmadı.
İçinde yaşadığım dünyanın benim hayallerime cevap verip vermediğini sormuyorum kendime, çünkü bir defa hayır diye cevap verirsem, fazla yol almamışım hissine kapılacağım.
İyice arınmış bir bilincin, iyice cilalanmış bir bilginin, titizlikle uysallaştırılmış bir yazının bilmem kaçıncı yansımasından ibaret bir otoportre sunan aynalar oyunundan bir kez daha kaçmak için ne yapmalı?
Herkesin bir kesinlik olarak gördüğü şey
görevini yerine getirmez olur, hareketi kanıtlamak için yürümek, yaşamayı kanıtlamak için nefes almak yetersiz kalır.
Sonra öğrenmek istediğim pek çok şey var ama bunları yapamayacağımı biliyorum, çünkü bunlar ya çok zamanımı alacak ya da ancak yarım yamalak yapacağımı biliyorum, mesela
Rubik küpün çözümünü bulmak
Bateri çalmayı öğrenmek
İtalyanca öğrenmek
Matbaacılık öğrenmek
Resim yapmak
Önce yapılması çok kolay şeyler var, hemen bugün yapabileceğim şeyler,
mesela Seine'deki gezinti tekneleriyle bir tur atmak
Sonra azıcık daha önemli şeyler, karar vermeyi gerektiren şeyler, kendi kendime, eğer yaparsam hayatımı daha kolaylaştıracaklarını söylediğim şeyler, mesela
Neden sakladığımı bilmeden sakladığım bazı şeyleri atmaya karar vermek ya da Kütüphanemi kesin olarak düzenlemek
Bazı elektrikli ev aletleri edinmek ya da Sigarayı bırakmak (bırakmak zorunda kalmadan önce...)
Yazı beni koruyor. Sözcüklerimin, cümlelerimin, birbirine ustaca bağlanan paragraflarımın, zekice programlanmış bölümlerimin siperi altında ilerliyorum. Ustalıktan yoksun değilim.
Hâlâ korunmaya ihtiyacım var mı? Ya kalkan bir prangaya dönüşürse?
Var olmak için başkalarının beni göstermesini, beni tanımlamasını, beni kabul etmesini mi bekliyordum? Ama neden yazı yoluyla? Sanırım aynı nedenlerden dolayı uzun zaman res sam olmak istedim ama yazar oldum. Neden ille de yazı?
Yoksa söyleyecek son derece özel bir şeyim mi vardı? Ama ne söylemiştim? Söylenecek ne vardı? Var olduğumu söylemek mi? Yazdığımı söylemek mi? Yazar olduğumu söylemek mi?
Neyi iletme ihtiyacı? İletmeye ihtiyaç duyduğumu iletme ihtiyacı mı? İletmekte olduğumu iletme ihtiyacı mı? Yazı diyor ki, ben buradayım ve başka hiçbir şey yok, ve işte biz gene sözcüklerin karşılıklı paslaştığı, kendi gölgelerinden başka şeye hiç rastlamadan sonsuza kadar birbirlerini yansıttıkları o aynalar sarayındayız.
Yaşamak için yazıyorum ve yazmak için yaşıyorum ve yazıyla hayatın tamamen birbirine karıştığını hayal etmek benim için hiç de uzak bir şey değil: ben bir taşra inzivasının en kuytu köşesinde sözlüklerin arkadaşlığıyla yaşayabilirdim, sabah ağaçlıklarda dolaşır, öğleden sonra birkaç sayfa karalar, akşam belki de biraz müzik dinlerken dinlenir, yorgunluğumu atardım...
Aştığım birkaç yol var mı ölçebileceğim? Eğer bir gün kendime gerçekten hedefler tespit etmişsem, tespit ettiğim bu hedeflerden birkaçını gerçekleştirdim mi? Bir zamanlar ne olmak istediysem şimdi oyum diyebilir miyim bugün?
İçinde yaşadığım dünyanın benim hayallerime cevap verip vermediğini sormuyorum kendime, çünkü bir defa hayır diye cevap verirsem, fazla yol almamışım hissine kapılacağım. Ama sürdürdüğüm hayat istediğimle, beklediğimle örtüşüyor mu?