“…DEĞİŞTİRİLMESİ TEKLİF DAHİ EDİLEMEZ”
Herhangi bir suçun cezası on dört kamçı mıdır, yoksa bir eksiği ile on üç kamçı mı? Yahut, bu suç beş thaler’lik bir tazminatı mı gerektirir, yoksa dört thaler yirmi üç groschen’lik bir tazminatı mı? Yahut ona bir yıllık hapis cezası mı verilmelidir, yoksa üç yüz altmış dört günlük veya bir yıl ve iki ya da üç günlük bir hapis cezası mı? Bunu ne akılla, ne de kavramın gösterdiği herhangi bir kesin şartla belirlemeye imkân vardır. Oysa, bir kamçı, bir thaler, bir groschen, bir haftalık veya bir günlük hapis, daha fazla ya da daha az oldu mu, bu bir adaletsizlik demektir.
G. W. F. Hegel, Hukuk Felsefesinin Prensipleri
Sıklıkla karşılaşılan bir durumdur, hukuk sorunu gündeme geldiğinde kendimizi sıcak bir söylevin akışına bırakırız. Pek yabancısı olmadığımız, kendinde başlayıp ve yine kendinde biten bir hitabetin dinleyiciler üzerindeki etkileyiciliği fazladır da. Zaman eskir, koşullar değişir oysa adalet bileylenmesine ihtiyaç duyulmayan –üzerinde düşünülmeyecek kadar– güvendiğimiz keskin bir kılıçtır. Kör ahlakî prensiple hareket eden sözde yasal bir kılıcın, insanların başları üzerinde ne denli adaletle savrulabileceği, kıvraklıkla gezinebileceği bu arada meçhul kalır.
“Hukukun üstünlüğü”nü dile getiren birisinden, konuşmasının sonrasında, yükselerek elimizden uçup gitmesini değil; sözleşme gereği ‘öteki’yle yatay ilişkiyi nasıl kurduğunu ve insanlar arası etiksel geri-dönüşler için nasıl bir yol açtığını beklememiz gerekecektir. Pozitif nitelikte yazılı kanunlara yurttaşların riayeti en asgarî şarttır ve bu tâbiyet hukukun yalnızca biçimsel karakterini verir. Bunun ötesinde ilk elden sorumuz, hukuk ve adalet dilindeki yasaların yaşamın bizzat kendi diline nasıl çevrileceğidir. Hukuk birçok dönemde politikadaki antagonizmayı aşma, kopuklukları giderme, dizginlenememiş şiddeti haklı kılma uğrunda bir araç olarak kullanılmıştır. Tek başına hukuk mu demeliyiz yoksa otoriterizmin, askerî rejimin ya da küreselleşmenin hukuku mu demeliyiz? Tarihsel planda köklü merkezî yapılar muhtemel bir direnci telafi etmek için meşruluklarını hukukla bağdaştırma yolunu seçmişlerdir. Modern devlet projesinin gizli bir başarısını iktidarı kurumları arasında organize biçimde yayma ve kuvveti hukuksallaştırma tekniğini hatırlamakta fayda var.
Türkiye’de konuya ait tartışmaların dar bir zemine hapsedilmesinin arka-planında siyasal kültürün çaresizliği yatmaktadır. Hukukla ilgili tartışmalara göz atalım, strateji ve taktik hesaplarının aşılamadığını ve devletçi söylemde tıkanıp kalındığını fark edeceğiz. Bunda meslekten hukukçuların reel-politik olguları gözlemleyememelerinin zaafiyeti var (Bu sayıda formel hukuksal düzenlemelere değil siyaset bilimi-tarih felsefesi içinden gelen analizlere yer ayırdık).
Hukuk ve Adalet Üstüne başlığıyla teorik bir çerçeveden hareketle bir bakıma Türkiye Cumhuriyeti’nin rüyalarını yorumladık. Devletin hangi hâlet-i ruhiye içerisinde uykuya daldığını ve rüyasında ne tür canavarlar yarattığını anlamaya çalıştık. Sürekli tedirgin olma ve teyakkuzda bulunma hâli siyasal dengeleri alt-üst etmesinin ötesinde bizce psikanalitiğin sınırlarını zorlamaktadır. Bu bağlamda Cumhuriyet’in bilinçaltına henüz inebilmiş değiliz. Sözgelimi, “…değiştirilmesi teklif dahi edilemez” maddesi basit bir anayasa hükmünü aşarak hastanın çevresine beslediği semptomatik bir kuşkuyu, siyaseten nasıl bir kaygı taşıdığını ele vermektedir. İpuçlarını çoğalttığımızda, canavarlara karşı birlik-beraberlik retoriği, dost-düşman ayrımı, iç ve dış tehditler, hep zedelenmiş bir aklın belirtileridir. Hastanın tüm yaşamını karşıtlıklar kurup zenginleştirmesi gereken yerde, bencilce hantal bir manzumeye saplanıp kalması çok farklı melodileri es geçmesine neden olmaktadır. Devlet aklı, devlet bekası, hikmet, hikmet-i hükümet gibi anahtar kavramlardan yararlanarak hukukun gündemini geniş tutmaya çalıştık. Teşhisimizi koyarken hukuktaki aksaklıkları yine dar ve renksiz bir hukukta aramak yerine tarihteki hukuktan sosyal devlet anlayışına, şiddet ve cebirden hukuk devletine, adalet ve etikten insan hakkı kavramına uzanmaya çalıştık.
Öyleyse, bir çözüm önerisi olarak, bu küçük melodiyi devletin tek sesli manzumesine ithaf edelim.