Hayatlarının dar bir yolun, bir orta yolun üzerine kurulmuş olduğunu hissediyorlar; gelip geçicisinden bile olsa, taşkınlığı, çılgınlığı andıran her şeyin, yasak değil, daha kötüsü, olanaksız olduğu bir yolun üstüne...
Suskun bir telefonun karşısında acı çekmenin ne olduğunu bilmem. Sizi beklemiyorum. Ama, ne zaman ölmek isteyip de aynaya baksam, karşıma çıkan hep sizin yüzünüz.
Size duyduğum aşk, aşk değil. Kaybedilmiş bir savaş.
“Sen ilk gördüğümde“ dedi Marianne, “hayatımı bağlayacağım bir erkek hayalinden kesinkes vazgeçeceğimi, gelecekte karşıma çıkacak insanlarla, bu kozu gitgide daha az ortaya süreceğimi anladım. Yaşlanmanın, yeniliklere yer verilmeyen yokluğu göz önüne almak olduğunu anlıyorum.“
Hayatımın deniz dünyasında sona ermesini isterdim; bir göçmen kuşun beni zarafetle bir dalganın doruğuna bırakmasını; kuşun geri dönmemek üzere uzaklaşmasını seyreder, bir yandan da, bütün hayatımı baştan yaşamak zorunda kalmadan yalnızlığıma kavuştuğumu düşünürdüm.
Yazgımız, daha doğrusu amacımız, içimiz ısınsın diye birbirimize sokulmak değil, tam tersi başladığımız yerden uzaklaşmak. Düşünce yoluyla, hayal gücüyle, yürüyerek: ne yapalım edelim, hayatın günün birinde bizi koyduğu yerde kalmayalım.