İçinde seksen kişi taşıyan, iki katlı, dört motorlu, barlı ve lokantalı bir Amerikan tayyaresinde yolculuğa çıkanlar için bütün seyahat müddetince, ancak iki defa ölüm tehlikesi hatıra gelebilir. Bunlardan birisi, yerden beş bin metre yukarıda ani bir fırtınaya tutulup, koskocaman tayyarenin eski bir konak harabesi yıkılışı ile hava boşluğu denilen bir kuyunun içine yuvarlanması, diğeri de oturduğunuz yerin yanındaki koltuğa bir çirkin kadının getirilip bırakılması.
Hele tayyarede çirkin kadın, o hepsinden fenadır.
Ne kadar güzel olursa olsun, bir kadın, geceyi bir erkeğin koynunda geçirdi mi, yaprakları solmuş çiçekler gibi kıymetini birdenbire kaybediverir. Çünkü erkekleri heyecana getiren şey, kadınlara sahip olmak değil, kadınları elde edebilmek arzusudur.
Güzel değildi. Hatta yakışıklı bile değil. Fakat saçlarının tellerinden, ayaklarının parmak uçlarına kadar erkekti. Gözlerini kaldırıp, gözlerinde tuttuğu herhangi bir kadını kalbinden değil de, damarlarından çarpan bir erkek.