Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Erken Dönem Osmanlı Devleti'nin Yapısı

Heath W. Lowry

Erken Dönem Osmanlı Devleti'nin Yapısı Sözleri ve Alıntıları

Erken Dönem Osmanlı Devleti'nin Yapısı sözleri ve alıntılarını, Erken Dönem Osmanlı Devleti'nin Yapısı kitap alıntılarını, Erken Dönem Osmanlı Devleti'nin Yapısı en etkileyici cümleleri ve paragragları 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
"Yardımseverlikte rakip tanımayan Kösem Sultan, aynı zamanda kılık değiştirerek saraydan ayrılıp hapse düşmüş borçluları kurtarmasıyla da tanınmaktaydı."
Diğer bir deyişle, kuruluş çağında Osmanlı Devleti Balkanlar’ın geç Roma, Bizans Hıristiyan tabakasından beslendi ve bu şekilde gelişti. 16. yüzyıl öncesi kurumsal gelişimini açıklamada bu gerçek, Anadolu’daki daha eski Müslüman devletlerden aldığı miras kadar önemli.
Sayfa 117Kitabı okudu
Reklam
Bayezid’in dinsizliğini en çok lanetleyen hikâye, nurlu damadı Emir Sultan’ın ona yaptığı uyarı ile ilgili çok bilindik hikâyedir. Söylentilere göre, Bayezid 1396’daki Nicopolis seferine girişmeden evvel başarıya ulaşırsa 20 câmi yaptıracağına yemin eder. Zaferinden sonra bunun yerine 20 tane kubbesi olan Ulu Câmii’ni yaptırır. Emir Sultan ona eşlik ederken, tamamlanmış câmiyi tetkik etmeye gider ve sorar: “Eksik bir şey var mı?” Emir Sultan cevap verir: “Hayır, Sultanım, her şey olmuş. Ancak bir şey eksik. Onu da tamamlarsanız, Saltanatınızın şanına şan katacak.” Bayezid sorar: “Nedir o?” Cevap şu olur: “Câminin dört köşesine meyhane yapsaydınız, câmiye gelmek için iyi bir sebebiniz olacaktı ve arkadaşlarınızla içmek için harika bir mekân olacaktı.” Bayezid bu cevaptan donakalmış, cevap verir: “Câmide meyhane bulunması uygun mudur?” Emir Sultan iyice cesarete gelmiş: “Sultanım, insanın kalbi Allah’ın evine benzer; yasak şarabı içmek onu meyhaneye döndürür ve vücudunu da putperest tapınağına. Câmiye meyhane yapmakla aynı şeydir.”44 Bayezid’in çağdaşları arasındaki namının dini çilekeşlikle pek alakalı olmadığı konusunda şüphe yok.
Gazânın/akının amacı olan fethin maddi avantajlarını elde etmeyle karşılaştırıldığında İslâmiyet’i yaymak bunun yanında hiç kalırdı. Başka bir deyişle, ortaya çıkmakta olan Osmanlı politikası, Hıristiyan komşuları arasında İslâmiyet’i yaymak için tasarlanmış ‘dini’ bir ‘kardeşlik’ten ziyade, fetih ve ganimet için bir araya gelmiş bir ‘talan kardeşliği’ydi.
Tablo 7.1’de gösterildiği üzere, 15. yüzyılın ikinci yarısı Osmanlılar için bilhassa senkretik bir dönemdi. Bu senkretizm, 1453-1516 arasında Sadrazam makamında bulunmuş olan bireylerin alt yapısından görülmektedir. Aralarında bir Hıristiyan dönme (Zağanos Paşa), devşirmeler (İshak Paşa, Rum Mehmed Paşa, Davud Paşa ve Koca Mustafa Paşa), doğma büyüme özgür Türkler (Koca Sinan Paşa, Karamani Mehmed Paşa ve Çandarlı İbrahim Paşa) ve bizim özellikle ilgilendiğimiz grup, yani ya kendi özgür iradeleriyle Osmanlı olmayı seçmiş (Hersekzade Ahmed Paşa ve Dukaginzade Ahmed Paşa) ya da esir ya da rehin alınmış, eski Bizans ve Balkan aristokrasisi mensupları (Mahmud Paşa, Gedik Ahmed Paşa [?], Mesih Paşa, Hadım ‘Ali Paşa ve Hadım Sinan Paşa) vardır. Günümüze kalmış Osmanlı kaynakları genelde tüm bu bireylerin önceki hayatları konusunda sessiz kalır, özellikle de Türk kökenli olmayanlar konusunda.
Sayfa 142Kitabı okudu
Limni adası
1519 kanunnâmesinin verdiği ayrıntılar (1490 kanunnâmesinden farklı olarak) 16. yüzyılın başında son derece hareketli ve büyümekte olan bir ekonomiye işaret eder: satmak üzere adadan ihraç edilen her kalem için koyulan gümrük vergisi hakkındaki veriler hayvan, şarap, “bal, tereyağı, peynir ve adadan çıkan bu tip herhangi bir ürün”ü ve tüm bu tip satışlardan elde edilecek gümrük geliri miktarını içerir. Limni bir artık değer üreticisiydi ve üzerinde üretilen her şeyi ihraç ediyordu: şarap, atlar, inekler, koyun, bal, tereyağı, peynir ve benzer kalemler, tahıl, soğan, sarımsak, arpa, nohut ve diğer bakliyat. Bu artık değer üretimi Limnililerin Erken Modern Çağ standartlarının oldukça üstünde bir hayat sürdürdüklerini çıkarsamamızı sağlıyor.
Sayfa 131Kitabı okudu
Reklam
Osman’ın insanlara nasıl davrandığı ağızdan ağza yayılınca, giderek daha çok yerli Bitinyalının (çoğu Hıristiyandı) bu yeni oluşuma katılmayı seçtiğini tahmin etmek için insanın zihnini çok kurcalamasına gerek yok. Osmanlı tebaası olmak insanın dinini bırakması anlamına gelmiyordu. Tabi olmak kişinin kazanan takıma dâhil olmasını ve böylece büyüyen zafer zincirinin sağladığı görece huzur ve güvenlikten pay alacak şekilde konumlanmalarını sağlıyordu.
Tek bir büyük kısıtlama vardı. Osmanlı hanedanı mensupları Rumeli (Avrupa) vilayetlerinde vali olamıyordu. Bu kural Fetret Devri’nden hemen sonra uygulanmaya başlamıştır. Bundan önce, yakl. 1354’te Orhan’ın oğlu Süleyman Paşa Rum Beylerbeyi olarak atanmıştı. Süleyman’ın ölümü üzerine I. Murad da bu mevkie geldi. Bu yasaklama için belirgin bir sebep yok gibidir ama bu yasak belki de ‘Dar-ül İslâm’ (İslâm Evi) olarak Anadolu ve ‘Dar-ül Harb’ (Savaş Evi) olarak Rumeli ayrımı ile açıklanabilir.
Sayfa 179Kitabı okudu