Turistler genellikle bir iki haftalık ya da bir iki aylık sürenin sonunda evlerine dönmeye can atan kimselerdi. Oysa gezgin, hiçbir yere ait olmadığı için ağır ağır hareket eder, yıllar süren dönemler içinde yolculuk eder, dünyanın bir yerinden bir yerine gider dururdu.
Turistle gezginin bir farkı da, turistin kendi uygarlığını sorgusuz sualsiz kabul etmesiydi. Gezgin ise farklıydı. O kendi uygarlığını diğerleriyle sürekli karşılaştırır, hoslanmadığı öğeleri reddederdi.
"Ben bir günün, herhangi bir günün sonunu seyrederken, sanki bir çağın sonunu seyrediyormuş gibi olurum. (...) Hele sonbahar! O sanki her şeyin sonuymuş gibi. Soğuk ülkelerden bu yüzden nefret ederim, sıcak olanları bu yüzden severim. Kış olmayan yerleri."
-"Yirmi yaşımdan küçükken... Hayatı sürekli hızlanan, hızını artıran bir şey sanırdım."
-"Ve şimdi anlıyorsun ki hiç de öyle değilmiş ha? Daha çok sigara içmeye benziyormuş. İlk birkaç nefesin tadı harika. Sonuna doğru eskiyeceği, kötüleşeceği insanın aklına bile gelmez. Sonra onu olağan kabul etmeye başlarsın. Birdenbire bakarsın ki, neredeyse izmaritine kadar gelmişsin. İşte acılığını o zaman hissedersin."