İnsan yaşar, onarır, üstünkörü de olsa bir şeyleri düzeltmeye çalışır, yapar, bazen de yaşamın kendi elleriyle berbat eder ancak zamanla yaşamın tümüyle hatalar ve rastlantılardan oluştuğunun ve kesinlikle değişmez olduğunun bilincine varır.
Sevdiğimiz birini yeniden görmek, polisiye romanlarında anlatıldığı gibi, karşı konulamaz bir zorunluluğun etkisiyle yeniden ‘suç mahalline’ dönmek gibi bir şey değil mi?
İnsan hiçbir şey bilmeden yaşayıp gidiyor. Bir şeylerin aslında kötü olduğunu bilmediği gibi başına aslında iyi bir iş geldiğinden de haberi olmayabiliyor.
“(…) Sen öyle tuhaf bir kumarbazsın ki.. İskambil kağıtları yerine tutkular ve insanlarla oynuyorsun. Oyundaki damlardan biri de bendim. Sonra oyun bitti, masadan kalktın ve ortadan kayboldun.. Niçin? Çünkü sıkıldın. Sıkıldın ve çekip gittin: Bu kadar basit. İşte gerçek bu. Korkunç ve ahlaksız gerçek bu işte. Bir kimse salt doğası gereği tutkulu olduğundan, tek bir kadına bağlanamayacağından veya gözü yükseklerde olduğundan bir kadını kibrit kutusu gibi kaldırıp atabilir, öyle mi? Anlayabiliyorum… Alçaklık da olsa içinde yine de insani bir şey var.. Ama birini yalnızca ilgisizlik sonucu terk etmek.. Bu alçaklıktan da öte bir şey. Böyle bir şey bağışlanamaz çünkü insanlık dışı…
İnsan yaşar, onarır, üstünkörü de olsa bir şeyleri düzeltmeye çalışır, yapar, bazen de yaşamı kendi elleriyle berbat eder ancak zamanla yaşamın tümüyle hatalar ve rastlantılardan oluştuğunun ve kesinlikle değişmez olduğunun bilincine varır.