Naklederler ki, bir gün şeyhe (Ebû Abdullah Muhammed bin Hafîf’e) bir misafir geldi, sırtındaki hırka da başındaki serpuş da siyahtı. Misafirin karalar giymesini şeyh içinden kıskanmıştı. Yolcu iki rekât namaz kılıp selam verdikten sonra şeyh, “Dostum, niçin siyah elbise giydin?” diye sordu. “İlahım öldürülmüştür de ondan,” dedi. “Hevâ ve hevesini ilah edinen kişiyi gördün mü?” [FURKAN 25:43; CÂSİYE 45:23] ayetine işaret ederek, “Nefsim ve hevesim ölmüştür.” (Bu nedenle yas tutuyorum) demek istedi. Şeyh, “Bu herifi kapıdan dışarıya atınız,” dedi. Adam hakaretlerle dışarıya atıldı. Sonra şeyh, “Onu içeri alınız,” buyurdu. Adam içeri alındı. Bu hareket tam kırk defa tekrar edildikten sonra (adamın nefsine uyarak yakışıksız bir şey yapmadığını gören) şeyh kalkıp misafirin başına bir buse kondurup özür diledi ve dedi ki: “Siyah giymek sana yaraşır. Zira kırk defa hor görülüp hakaret gördüğün halde hiç değişmedin!”
Naklederler ki, vaktiyle tımarhanedeyken zincire vurulmuş ay yüzlü bir genç gördü. Bu genç Şiblî’ye dedi ki: “Seni nur yüzlü biri olarak görüyorum. Allah hakkı için seher vakti (niyaz ettiğin zaman benim şu dileğimi ve) sözümü ona ilet: Beni evimden barkımdan edip âlemde avare dolaşan bir serseri hale getirdin, hem kendimden hem de yakınlarımdan ayırdın, gurbet ellere düşürdün, aç ve susuz bıraktın, aklımı alıp beni bukağılara ve zincirlere vurdurdun ve halka karşı rezil ettin. Oysa benim seni sevmekten başka bir günahım yok! Eğer vakti geldiyse benden elini çek!” Şiblî oradan ayrılıp kapıya varınca genç seslendi: “Ey şeyh! Dediklerimi sakın ona iletme, daha beter yapar!”