Bizi bu yalanlara sürükleyen şey, herkesten, hatta kendimizden bile nefret etmemizdir. Yüzümüze öyle korkunç bir makyaj yapmışız ki!Soyluluğu ve güzelliği doğal yollardan yakalayamamanın umutsuzluğu bu. Kalplerimizi karmaşıklaştırmak için elimizden geleni yapıyoruz. Onu saran iğrenç urları ve çirkin siğilleri incelemek için mikroskopları kötüye kullanıyoruz. Bu urları ve siğilleri büyütmekten zevk alıyoruz. Bizim için başkalarının dilini konuşmak mümkün değil. Başkaları yaşamak için yaşıyorlar. Bizler ise, ne yazık ki bilmek için yaşıyoruz. Bütün giz burada. Yaşlılık sadece insanın sesini değiştirir, saçlannı, dişlerini döker, Bizler ise doğalı değiştiriyoruz, içimizdeki dürüst insanı besleyen utangaçlıklarımızı yok ediyoruz. Anlamaya çalıştıkça, durumu ağırlaşan deliler gibi akıl sağlımız bozuluyor. Yıllar bedenimizi fiziksel olarak yıpratıyor. Biz ise tutkuların biçimini değiştiriyoruz. Bizi raşitik ve güdük kılan, kaderimizi ölü çocuklar doğurmak olarak belirleyen hastalıklı babalarımıza lanet, bin kere lanet!
Sevdiğiniz kişiye yaklaşıp, ‘gel beraber kanatlanıp uçalım, gökyüzünün sonunu arayalım’ dediğinizde, ciddi ve bastırılamaz bir sesin kulağınıza eğilip, ihtiraslarımızın yalan olduğunu, bedenleri güzel kılanın miyopluğumuz, ruhları güzel kılanın ise cehaletimiz olduğunu, bir gün gelip net gören gözlerin, hayran olduğumuz putların nesnelerden başka bir şey olmadığını göreceğini, bu putlara karşı nefret değil, şaşkınlık ve kayıtsızlık duyguları arasında gidip geleceğimizi söylediğini düşünsenize!
Evet, acı çekiyorsunuz. Ama sizi büyük kılan çektiğiniz acılar olabilir. Belki de mutluluk başkalarına ne kadar gerekiyorsa, acı da size o kadar gerekiyordur.
En değersiz görünen nesnelerde nasıl avunacağımızı gösteren ince bir felsefe vardır. Tıpkı erdemin masumiyetten daha değerli olması, tıpkı çöle tohum ekmenin, bereketli bir ağacın meyvelerini toplamaktan daha fazla beceri gerektirmesi gibi.
Bundan daha sinsi, bundan daha acmasız bir yıkım daha vardır ki görünmeyen șeylere saldırır. Sevdiğiniz kişiye yaklaşıp, 'gel beraber kanatlanıp uçalım, gökyüzünün sonunu arayalim' dediğinizde, ciddi ve bastrilamaz bir sesin kulağınıza eğilip, ihtiraslarımızın yalan olduğunu, bedenleri güzel kılanın miyopluğumuz, ruhları güzel kılanın ise cehaletimiz olduğunu, bir gün gelip net gören gözlerin hayran olduğumuz putların nesnelerden başka bir șey olmadığını göreceğini, bu putlara karşı nefret değil, şaşkınlık ve kayıtsızlk duyguları arasında gidip geleceğimizi söylediğini düşünsenize!"
Ruhun sefaleti ve kalbin acizliği! Biri, hayatınızı yalnızca merak yüzünden devam ettirmenize neden olur, öteki ise her gün yavaş yavaş sıkıntıdan ölmenize.
Doğuştan namuslu, zamanla biraz alçaklaşmış, oyuncu bir ruha sahip olan Samuel, kapalı kapılar ardında sadece kendisi için, bir dizi benzersiz trajedi, daha doğrusu trajikomedi sergiliyordu.