Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Ve Ayna Çatladı

Feminist Sinema ve Film Teorisi

Anneke Smelik

En Eski Feminist Sinema ve Film Teorisi Gönderileri

En Eski Feminist Sinema ve Film Teorisi kitaplarını, en eski Feminist Sinema ve Film Teorisi sözleri ve alıntılarını, en eski Feminist Sinema ve Film Teorisi yazarlarını, en eski Feminist Sinema ve Film Teorisi yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Sinema , kadınlar ve dişillik ile erkekler ve erillik , kısacası cinsel farklılıklar üzerine mitlerin üretildiği , yeniden üretildiği ve bunların temsil edildiği kültürel bir pratiktir.
Sayfa 1
Hollywood sineması üzerine kaleme aldıkları kitaplarında Molly Haskell (1987) ve Marjorie Rosen (1973), onyıllara bö­lünmüş kronolojik bir sıralamadan hareket ederek, kadınların film­lerdeki tarihsel konumunu incelediler ve konuya daha kapsamlı bir açıklama getirdiler. Bu çalışmalar, sinema ile 'ideoloji' nosyonuyla macunlanmış toplum arasında dolaysız bir ilişki bulunduğunu ön­ varsaymaktadır. Belirtilen bu varsayıma göre, sinemanın hakikati yansıttığı farz edilmektedir. Aynı sosyolojik bakış açısıyla, Hollywood'un hayal fabrikasının sakıncalı oluşunun sebebi, yanlış bilinç üretmesi ve bu filmlerin 'gerçek' kadınları değil, sadece ideolojik an­lam yüklü 'kadınlık'a ait klişe imgeleri göstermesidir.
Sayfa 2
Reklam
"Nihayetinde gerçek olan hiç ama hiçbir şey görmedim." (Lady Yeshe Tsogyel, Tibet, sekizinci yüzyıl)
Sinema, kadınlar ve dişillik ile erkekler ve erillik, kısacası cinsel farklılıklar üzerine mitlerin üretildiği, yeniden üretildiği ve bunların temsil edildiği kültürel bir pratiktir.
1970'lerin başında Kadın Hareketi'nin etkisiyle kadınlar, filmlere ve sinema tarihine farklı gözlerle bakmaya başladılar. Bu 'revizyoncu' yaklaşım, bir bakıma 'kadın tarihi'nin (her-story) sinemadaki yansımasıydı. Buna alternatif bir tarihyazımı çabası da diyebiliriz
Kadın yönetmenler beyazperdede 'gerçek' kadınların 'ger­çek' hayatlarını göstererek, kadınlığa dair her yerde karşımıza çıkan ve kültürel açıdan egemen konumdaki fantezi büyüsünü bozabilirler. Örneğin bir Greta Garbo'nun, bir Marleine Dietrich'in ya da bir Marilyn Monroe'nun parıltısına karşı kadın yönetmenler, 'normal', yani parıltısız kadının gündelik hayatını filme çekmelidirler.
Reklam
Ben eşitlik mücadelesinin hala bitmediği inancındayım; bu mücadelenin varlığını kabul ettirme çabası halihazırda sürüp gidiyor. Dişil seyirci, can sıkıcı cinsiyetçi klişelerle karşı karşıya kalmadan ya da abartılı stereotipler aracılığıyla beyaz ekrana taşınmadan, hayatın içinden kadın kahramanlarla özdeşleşebilmeyi istiyor.
Sinemayı semiyotik bir gösterge sistemi olarak inceleyen ilk feminist film eleştirmenlerinden Claire johnston, klasik sinemadaki 'Kadın' mitini, dişil karakteri bir yapı, kod ya da uzlaşım olarak tanımlayarak incelemiştir. 'Kadın' göstergesi, erkekler için taşıdığı ideolojik anlamı temsil etmekte, kendiyle ilişkili olaraksa hiçbir şey ifade etmemektedir: Kadınlar, 'erkek olmayan' şeklinde negatif temsil edilmektedir; film metinlerinde 'kadın gibi kadın' hali görülmez
Mulvey, klasik sinemadaki skopofiliyi* , cinsel farklılık yoluyla gösterilen etkinlik ve edilgenlik ekseninde işlev gören bir yapı olarak incelemiştir; bu ikili karşıtlık da cinsiyetlere ayrılmıştır. Geleneksel sinemanın anlatısal yapısı, eril karakteri etkin ve iktidar sahibi olarak kurar: Dramatik aksiyon, erkek aktörün çevresinde açılır ve bakış (look) bu yolla örgütlenir. Bu açıdan sinema, zaten daha önce Batı sanatı ve estetik anlayışında erkek arzusuna göre yapılanan ve düzenlenen görsel mekanizmayı mükemmelleştirmiştir. John Berger, Avrupa resminde çıplaklık üzerine yazdığı bir makalede şu gözleme yer verir: "Erkekler eyler, kadınlarsa görünür. Erkekler kadınlara bakar. Kadınlar kendilerini, kendilerine bakılırken seyreder" Burada bence daha da önemlisi, bütün bu temsil sahnesinin eril olduğu farz edilen bir hayali ya da ideal seyirciye sesleniyor oluşudur. Bu varsayım da kadını 'erkek'in nesnesi olarak konumlamaktadır.
Cinsel arzu, bilme arzusuyla, diğer bir deyişle hakikat arayışıyla çok yakından bağlantılı­dır. Anlaşılmaz olanı çözme arzusu, özünde eril bir arzudur, çünkü dişil özne gizemin ta kendisidir. 'Kadın' sorulandır ("bir kadın ne ister?") ve kendisi soru yöneltemediği gibi, kendi arzusunu anlaşılır da kılamaz. De Lauretis'e göre, farklılıklar inşa etmek ve her metne kendine özgü cinsel farklılık ögeleri katmak, anlatının bir işlevidir. Bu yüzden, anlatı tamamıyla ödipaldir, çünkü eril ya da dişil okuru, erkeği fail, kadınıysa yabancı olarak atayan ikili bir karşıtlığa göre inşa eder. Anlatı içerik olarak değil, rolleri ve farklılıkları, dolayısıyla iktidarı ve konumları belirleyen yapısı açısından ödipaldir
50 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.