Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Fıkıh ve Hadis Ya Da Doktor ve Eczacı

Yavuz Köktaş

Fıkıh ve Hadis Ya Da Doktor ve Eczacı Gönderileri

Fıkıh ve Hadis Ya Da Doktor ve Eczacı kitaplarını, Fıkıh ve Hadis Ya Da Doktor ve Eczacı sözleri ve alıntılarını, Fıkıh ve Hadis Ya Da Doktor ve Eczacı yazarlarını, Fıkıh ve Hadis Ya Da Doktor ve Eczacı yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
5. Uğursuzluk inancı İbn Ömer, Hz. Âişe, Câbir b. Abdillah gibi sahabilerden nakledilen ve uğursuzluğu ifade eden şu'm lafzının geçtiği pek çok rivayet vardır. Biz sadece örnek olarak İbn Ömer rivayetlerini vereceğiz: Abdullah b. Ömer (r.a.)'den rivayete göre, Rasülullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:“Uğursuzluk inancı üç şeyde var kabul edilir;
Reklam
n. Yemeğe tuzla başlamak “Ya Ali! Tuz yemeğe devam et! Çünkü tuz yetmiş derde devadır.”159 Uydurmadır.160 Ancak Suyuti, bunun şahitleri olduğunu söyler: 1. Hz. Ali'den mevkufen:"161“Kim yemeğine tuzla başlarsa Allah ondan yetmiş belayı giderir.” 2.. İbn Mende ahbaru Isbehan'da Sâid b. Muâz'dan şunu nakleder: “Yemeğe tuzla başlayın! Allah'a yemin ederim ki o, 73 belayı geri çevirir.” İbn Arrak'a göre ikinci hadis şahit olmaya uygun değildir. Zira senedinde İbrahim b. Hayyan b. Hakim vardır. Hz. Ali rivayeti de zayıftır. Senetinde Cuveybir vardır. Ondan İsa b. Eş'as nakletmiştir ki bu da mechul bir ravidir. Netice itibariyle yemeğe tuzla başlamakla ilgili sahih rivayet olmadığından böyle bir davranışın sünnet olduğunu söylemek doğru değildir.
g. Kadınlara yazıyı öğretmek “Kadınlarınızı odalarda oturtunuz, onlara yazıyı öğretmeyiniz.”1 Hakim et-Tirmizi, bunu nakletmekle kalmayıp ayrıca onu şu şekilde yorumlamıştır: “Resülullah, erkekleri görmesinler diye kadınların odalarında oturtulmasını istemiştir. Bu, kadınları harama düşmekten korumak içindir. Çünkü onlar nefislerine sahip
7. Bugün hadis ve usulünün en önemli işlevi her hâlde ona saldıranlar söz konusu olduğunda ortaya çıkmaktadır. Günümüzde ortalık toz dumandır. Bilen de bilmeyen de konuşmaktadır. Hadis kitabında adam gördüğü bir şey üzerine hemen zayıf-uydurma etiketini yapıştımaktadır. Özellikle Kur'an'a, akla aykırı söylemi gündeme taşşınmaktadır. Bu iddiaların çoğu iddiadan ibaret kalsa da bazıları gerçekten haklılık payı da taşıyabilmektedir. İşte bunun için hadislerin ne olduğu iyice bilindikten sonra iddialar tutarsız ise cevap verilmeli; haklı ise hadisin ne olduğu ortaya konulmalıdır. Ayrıca günümüzde İslami ilimler geleneği zayıfladığı için hadisler yanlış da anlaşılabilmektedir. İnsanlar artık araştırma gereği hissetmemektedir. Kolayına kaçmakta, hemen etiketi yapıştırmaktadır. Bu da yanlış anlaşılıp da reddedilen hadislerin doğru anlam şekillerinin ortaya konulmasını zorunlu kılmaktadır.
Bazı öyle meseleler vardır ki sahih anlamı degiştirmek mümkün değildir. Dört mezhep de o konuda ittifak etmiştir. Ve değiştirilmelerine de gerek yoktur. Hırsızlığın cezasının el kesme olması böyledir. Buna “Hırsızlığa giden yolları kesin.” demenin anlamı yoktur. Kadınların dövülmesi böyledir. Darp kelimesine aslında “Evden ayrılıp seyahat edin.”
Reklam
) Burada ifade etmeliym ki mezhep konusunda selefilik dikkate alınacak bir akım değildir. Selefilik derken gerçi o da binbir parça... Mezheple amel edenleri de var; taklidi haram sayanları da... Taklidi haram sayanları dıkkate alarak söylememem gerekirse bu yaklaşım yanlış yapmaktadır. Zira ifadelerinden taklıdın sadece alıme değil, avama da haram olduğu anlaşılmaktadır. Böyle bir yaklaşım, yanlış olmasının yanı sıra fitnedir de. Bunu burada tartışacak değilim. Söyleyeceğim sadece şudur: Bırakınız avamı, bugün alimler de dahil bir mezhebe tabı olmak zorundadır. Neden? Çünkü mesela bir namazın bin hükmü vardır. Şımdi bunlar sıfırdan mı ele alınacaktır? Deliller masaya yatırılacak, yeniden mi içtihat edilecektir? İnanın, bu yapılmaya çalışırsa ömrü namaz kılmaya yetmeden ahirete intıkal eder. Dünyayı yeniden keşfetmenin bir manası var mı? Muçtehidler, bu konularda içtihatını yapmıştır. Alimlerin mezheplerin bazı içtıhatlarını yeniden değerlendirmesi başkadır; taklidi haram sayarak her bir ıçtıhadı sıfırdan değerlendirmeyi iddıa etmek bambaşka bir şeydir ve insanları da (hatta böyle dıyeni de) zora sokmaktır. Zira böyle diyenlerin de her bir ameli fıkhi hükmü masaya yatırarak yeniden içtihatla karara bağladıklarını hiç zannetmiyorum. Sadece hadisleri alt alta koyarak veya Buhari, Müslime bakarak “İşte, delil; işte amel!” demek kolaycılıktır ve usul bilmemektir. Dolayısıyla üst perdeden konuşmanın anlamı da yoktur.
Adına mezhep dediğimiz sistematik kurgu olmadığı zaman, günümüzde yaygın olarak gördüğümüz gibi insanlar Kitap'tan yani Kur'andan ve sünnetten hareketle konuştuklarını söylüyorlar ama kitap ve sünnetin kendisi bir doğruluk kriteri olarak konumlandırılamıyor. Biraz açacak olursak o diyor ki ben Kur'ana göre konuşuyorum, diğeri de aynı şeyi söyleme hakkına sahip. Aynı ayetten veya farklı ayetlerden hareketle öne sürülen farklı görüşler nasıl yenişecekler. Maç, her zaman 1-1 berabere biter. Ama ilkeler, temel kabuller ve yöntem üzerinden gidilebildiğinde bir görüşün dayandığı temel kabul, ilke ve uyguladığı yöntem eleştirilebilir ve yanlışlanabilir. Bu yönüyle mezhep sistematiği dediğimiz şey “din konusunda düzgün düşünmeyi mümkün kılan bir araç” olarak da konumlandırılabilir.
Bugünden bakarak söylersek Kur'an'ı anlamak diye bir şey olamaz. Kur'an Hz. Peygamber'in sünneti ve sahabe dönemindeki yaşanmışlıklarla anlaşılmıştır. Kur'an'ı yeniden anlamaktan bahsetmek, sanki Kur'an bize iniyormuş gibi onu anlamaya çalışmaktır ki mantıksızdır. Kur'an, ana hedefleri ve temel mesajları itibariyle anlaşılmış ve değişik zamanlarda hayata taşınmış bir kitaptır ve bu sebeple yeniden anlaşılmaya ihtiyacı yoktur. Kur'an, bir toplum içinde yaşayan bir peygambere indirilmiş ve ona kendisine indirilen bu kitabı beyan etmesi (açıklaması ve uygulaması) gerektiği söylenmiştir. Peygamber de ölümüne kadar geçen süre içinde bu beyan görevini yerine getirmiştir. Hz. Peygamber'in bu beyanı, Sünnet olarak ete kemiğe bürünmüştür. Hz. Peygamber'in iki temel görevinden birinin tebliğ, digerininde tebyin olduğunu hatırladığımızda olması gerekenin bu oldugu sonucuna kolayca ulaşırız.
Bütün bunlardan anlaşılan şudur: Amel veya uygulama hele bu bir kesimin değil de ümmetin uygulaması ise fuka. hanın telakki bi'l-kabul ile karşılayıp amel ettiği bir husus ise ona uymak bir vecibedir. Aksini düşünmek mümkün değildir. Mâtüridi, bu konuyu gayet güzel ortaya koymuştur. Hanefiler özellikle bu tür uygulamalara önem vermiştir. Muhaddisler dahi ümmetin telakki bi'l-kabulunu hadislerin muhtevasını degerlendirmede esas almışlardır. Buna göre bir hadis sahih olsa da ahad olabilir ancak ümmetin ameline konu olduysa aksini yapmak söz konusu olamaz. Hatta bir hadis zayıf olsa da şayet ümmetin kabulüne mazhar olduysa onunla da amel etmek bir vecibedir. Bu durumun bir anlamda zayıf hadisin derecesini yükselttiğini de söylemek mümkündür. Sonuçta şunları ifade etmem gerekir: Bir hükmün farz veya haram gibi kesinlik ifade etmesi sadece Kur'an'da oluşuyla ilgili değildir. Yani bir hüküm, bir bilgi Kur'anda varsa kesinlik ifade eder diyemeyiz. Bu bir epistemoloji meselesidir. İşte bunun için mütevâtir ve dahi ameli mütevâtir kavramı oldukça önemlidir.
22 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.