Dilbilim uçsuz bucaksızdır. Özellikle iki bölüme ayrılır: Biri, edilgen depo olan dil'e [la langue] daha yakındır, öbürüyse dilyetisinin öbür yarısında ufak ufak algılanan olguların gerçek kökeni ve etkin bir güç olan söz'e [parole] daha yakındır.
Başka her alanda gerçekler birbirlerine yaslanır ve ilerledikçe birbirlerini akla getirirken, öyle görünüyor ki dilin yazgısı, ilk gerçekler yalın olmadığı için, her yeni gerçeğin öbürünün geçerliligini iptal etmesini istiyor.
Dil her tür somut olgudan gerçekten kopuk, dolayısıyla hatta öncekilere eklenebilecek yeni her türden düşünceyi depolamaya hazır olan kendi negatif kategorilerinin olağanüstü düzeneği yardımıyla ilerler ve hareket eder.
Her türden dilsel olgunun koşulu, en az iki unsur arasında geçmesidir; bu unsurlar ardışık veya eşzamanlı olabilir. İkinci unsurun eksikliği, nerede ortaya çıkarsa çıksın, yalnızca görünüştedir.
Eski ya da yeni hiçbir psikolog, dile gönderme yaparak, hatta onu düşüncenin aracı sayarak, hiçbir zaman dilin yasaları konusunda bir düşünceye varamamıştır. İstisnasız hepsi dili değişmez bir biçim ve yine istisnasız hepsi uzlaşımsal bir biçim gibi tasarlamıştır. Pek doğal olarak benim yatay düzlem dediğim düzlemde hareket ederler, ama dil her türlü seçimin dışında dayatılan, toplumsal eylemin durmak bilmeyen sonucu olduğu için, dikey sütunda göstergelerin kasırgasına neden olan, o zaman dili değişmez bir olgu ve uzlaşımsal bir dilyetisi langage] haline getirmeyi men eden toplumsal-tarihsel olgu konusunda en ufak bir fikirleri yoktur..
Bir dil sistemini (biçimbilimsel bir sistemi), imler [signal] sistemini ortaya çıkaran değerlerin, ne biçimlerden ne anlamlardan ne göstergelerden ne de anlamlamalardan oluşmadığı üstünde ne kadar dursak azdır. Göstergelerin genel ayrımı artı anlamların genel ayrımı artı belli anlamların belli göstergelere, ya da tersi, önceden atanmış olması üstüne kurulu olan göstergelerle anlamlar arasındaki belli bir genel bağın ortaya çıkardığı özel çözümden oluşur değerler.