Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Batı Terörünün Felsefecileri

Gerçek Hayat Dergisi - Sayı 983 (26 Ağustos-1 Eylül 2019)

Gerçek Hayat Dergisi

Gerçek Hayat Dergisi - Sayı 983 (26 Ağustos-1 Eylül 2019) Sözleri ve Alıntıları

Gerçek Hayat Dergisi - Sayı 983 (26 Ağustos-1 Eylül 2019) sözleri ve alıntılarını, Gerçek Hayat Dergisi - Sayı 983 (26 Ağustos-1 Eylül 2019) kitap alıntılarını, Gerçek Hayat Dergisi - Sayı 983 (26 Ağustos-1 Eylül 2019) en etkileyici cümleleri ve paragragları 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
"KABA BİR DESPOT!.."
- "... İnönü bir kere kendinden emin olmayan ve kimseye güvenmeyen bir karakter, onun için aşırı ihtiyatlı. Ulus gazetesinde yayınlanan hatıralarında diyor ki “2. İnönü muharebesinde bir dağılma oldu. Bursa tarafından asker ve köylüler İnönü’ye doğru gelirken onlardan bir kafileyi durdurdum ve şunu söyledim ‘Bakın, padişah düşmanınızdır, 7 düvel düşmanınızdır, bilin ki millet de sizin düşmanınızdır’ dedim” diyor. Millet askerin nasıl düşmanı olur? Milletine güvenmeyen ve güvenmediği için sürekli onu baskı ve kontrol altında tutmak isteyen anlayışla iktidarını korumayı görev bilmiş kaba bir despot portresi çıkıyor ortaya. Milletini düşman bilmeyen bir anlayış, bu dönemde çok daha başarılı işler yapabilirdi..." (Mustafa Armağan ile Mülakat-4 Şubat 2019)
"MARİFET?! "OL"MAK..."
- "Aslolan bilmek değildir, aslolan olmaktır! Batı uygarlığı epistemolojiye yani bilgiye dayanır, ontolojisi yoktur. Eğitim sistemi de, dünyaya bakışı da sadece epistomoloji üzerinden şekillenir. Bizde ise ontolojiye dayanır; bilme, bulma ve olma yolculuğudur. İlim bilme yolculuğu, irfan bulma yolculuğu, hikmet olma yolculuğudur. Marifet okumak değil, olmak için okumaktır..." (Yusuf Kaplan ile Mülakat-11 Şubat 2019)
Reklam
"Genç Kuşak ve yüzyılın kaybı..."
- "... Şu an Türkiye’nin en önemli dinamiği genç nüfusu. Önümüzdeki 25 yılda bu genç kuşağa sahip çıkılamazsa, Türkiye yüz yılını kaybeder. Beni korkutan şey bu! Tam da post modern süreçte hakikat fikrinin inkar edildiği, batı uygarlığının felsefi olarak tıkandığı, çöküş durumundan çöküş felsefesi yapılan bir durum olarak açıkça ilan edildiği, Çin’in, Hindistan’ın kapitalistleştirildiği, tam da bizim dünyaya bir şey söyleyeceğimiz bir zaman diliminde, bizim önümüzü açacak insanların önünün açılmadığını görünce ürktüm. Türkiye’deki yeni sol, genç kuşağı yönlendirebilecek konuma gelse bile, bu ülkeye söyleceği bir şey yok. Çünkü batıya göre bir şey söylüyor yani batıda üretileni burada tüketiyor..." (Yusuf Kaplan ile Mülakat-11 Şubat 2019)
"HAKİKATİN İZİNİ SÜRMEK..."
- "... Her hâl ve şartta hakikatin izini sürmek zorundayız. Hakikatin yitirilmesi demek, varlığımızın anlamını yitirmesi demek. O zaman iktidar olmanın bir anlamı yok ki! İnsana ilişkin, dünyaya ilişkin kuracağımız cümlelerin içinin boş olması demek. İnsanlık tarihinde insanlar bu kadar hakikate susamadı. Eleştiri yapacağız, ama bir Müslümanın eleştirisi yakarak, yıkarak olmaz. Nebevi usul bu değil. Nebevi usul, yamanmadan, mesafeyi koruyarak, herkesin de söylediğiniz şeyi ciddiye almasını sağlayacak bir şekilde olur..." (Yusuf Kaplan ile Mülakat-11 Şubat 2019)
"DÜNYA'YA BİR ŞEY SÖYLEYEBİLMEK..."
- "... Şu an ilk defa tüm dünya tekleşti! Bütün insanlık tek bir dünyada yaşıyor. Düşünce setleri aynı, davranış biçimleri aynı, zevk biçimleri aynı. Bizim tam da dünyaya bir şey söyleyebileceğimiz zaman dilimi. Söylersek dünya bizi duyar, çünkü ruh var bizde. Dünyada sömürgeleştirilemeyen tek ülkeyiz, ama kendi kendini sömürgeleştiren de tek ülkeyiz! Bizim genetik, kültürel kodlarımız henüz bozulmadı. Ama bu en fazla iki kuşak gider. Post modern küresel dalganın önünde tutunabilecek mecalimiz kalmayabilir. Eğer tutunabilirsek, insanlığın önünü açabiliriz. (Yusuf Kaplan ile Mülakat-11 Şubat 2019)
"KENDİMİZİ KAYBETTİK!.."
- "... Araçlarla amaçları birbirbirine karıştırmamız en büyük problem... Siyaset araç, hakikat amaçtır! Araçları amaçların önüne geçirdiğiniz zaman, araçlar amaçları yutar, dönüştürür. Siyaseti hakikatin önüne geçiremezsiniz. İki yüz yıldır yaşadığımız felaket bu. Bu ülke iki yüz senedir bu ülkenin çocuklarının elinden alındı. İki yüz senedir bu ülkeyi nasıl geri alabilirizin mücadelesini verdik. Ülkeyi geri aldık ama kendimizi kaybettik! Fikir adamlarımızın, düşünen insanlarımızın ülkenin önünü açacak bir yerde durması gerekirdi. İktidar dindar kesimin elinde olsa da, iktidarla arasına mesafe koyabilmesi lazımdı. İlim adamı, fikir adamı iktidara yaranmaz, kör kütük bir şekilde de saldırmaz..." (Yusuf Kaplan ile Mülakat-11 Şubat 2019)
Reklam
"MEVZİ MEVZUU BELİRLER!.."
- Bir medeniyet krizi mi yaşıyoruz? - " Elbette. Üç düzlemde tezahür ediyor bu da. Müslüman zihninin çökmesi, zeminin çökmesi ve zamanının çökmesi. Öyle bir yıkım yaşıyoruz ki, Türkiye’deki bütün kesimler şizofren oldu! Çift kişilikli bir hayat sürüyorlar... Hem seküler hem de Müslüman! Mesele eksen meselesi... Ben Müslüman kimliğine, duyarlılığına, diline, özüne sahip olabilirsem, eksenim orası olursa, pergeli İslami kaynağa raptedersem, bütün kültürlerden beslenebilirim. Durduğumuz yer, gördüğümüz şeyi belirler. Mevziniz, mevzunuzu belirler. (Yusuf Kaplan ile Mülakat-11 Şubat 2019)
"KENDİ KENDİNİ SÖMÜRGELEŞTİREN BİR TECRÜBE!.."
- "Osmanlı’nın sonrasından itibaren yaşadığımız modernleşme deneyimi bir eğitim sistemi kurdu. Bu eğitim sistemi kendi kendini sömürgeleştiren bir tecrübe üretti. Tanzimatla birlikte yönünü yitirdi, Cumhuriyetle birlikte yörüngesini yitirdi. Önceden medeniyeti ayakta tutan ulema tipolojisiydi. “Alimler peygamberlerin varisleridir” hadis-i şerifi üzerinden tarih şekillendi. Alim deyince kuru bilgilenme çabası içerisinde olan, bilgiyi alan, işleyen, yayan kişiyi kastetmiyor. Aynı zamanda ilim yolculuğu, irfan yolculuğu, hikmet yolculuğu yapan insanları kastediyor. Medeniyet çökünce, ülkenin, coğrafyanın, tekil olarak insanların önünü açan, Gazali, İmam Rabbani, Yunus, Sinan gibi kişilikler bir daha çıkmadı. Bu süreç, eğitim sistemiyle birlikte genç kuşakların yok olmasına yol açtı. Ulema gidince entelektüel denilen figür, bir şekilde ulemanın rolünü oynamaya başladı. “Entelektüel” zihinsel faaliyet yapan, eleştiren kişi demektir. “Aydın” daha problemli bir kavram. “Münevver” filan diyorlar ama “kapı kulu” anlamına gelir. Gücün, özellikle siyasi iktidarın sözcülüğünü ve gözcülüğünü yapan kişi demektir. Entelektüel, aydından biraz daha farklı olsa da, bulunduğu çağın çocuğu. Çağrısı çağını geçecek çapta bir düşünür falan değil..." (YUSUF KAPLAN İLE MÜLAKAT-11 ŞUBAT 2019)
"İSMET İNÖNÜ NASIL BİRİYDİ?.."
- " İsmet İnönü’nün askeri kariyerini bir yana bırakırsak, siyasi tarihimizde 50 yıllık bir yeri var. 1922’den 1972’ye kadar devam eden bu siyasi etki, bence bugün bile devam ediyor. Cumhuriyet Halk Partisi’nin özellikle çekirdek bir kesiminde hala İnönü zihniyeti yaşıyor. Burada Atatürk’ten bağımsız ele alamayacağımız 1922-1938 arası bir dönem var. Bu dönemde ikinci adam gibi görünmekle birlikte, Lozan, başbakanlık dönemi ve 1930’lar itibariyle bir başbakandan çok daha fazlası, cumhurbaşkanının pozisyonuna da ortak olmuş bir İnönü resmi görmeye başlıyoruz. Kemal Karpat’ın deyişiyle 1935 yılından itibaren Atatürk’e dahi “Bizim dediğimizi yapmazsan seni Cumhurbaşkanı seçmeyiz” tehdidinde bulunabilecek bir pozisyona ulaşmış bir İnönü’den bahsediyoruz..." (Mustafa Armağan ile Mülakat-4 Şubat 2019)
"STATÜKOCU ZİHNİYET..."
- "... İnönü hiçbir zaman atraktif ve kendisinden beklenmeyen şeyi yapan bir lider olmadı. Atatürk ani bir karar verir, statükoyu başka bir yöne çevirebilirdi. Harf inkılabında olduğu gibi. Kimse o kadar hızlı bir hareket beklemiyordu. 3 ay içinde “ya olacak ya olacak” dedi ve yaptı. İnönü her zaman ihtiyatlı, hiçbir zaman riske girmeyen kendisini, pozisyonunu ve iktidarını tehlikeye atmayan bir yapı içindeydi. Bu statükocu zihniyet, İnönü devriyle birlikte 1950’ye kadar hâkim oldu. Türkiye’yi 2. Dünya Savaşı ve sonrasında içine kapanan ve atalete sevk eden bir döneme soktu. (Mustafa Armağan ile Mülakat-4 Şubat 2019)
22 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.