O zamanlar gençtim, ateşliydim,
babama kafa tutmuştum...
Aklım İstanbul'da okumaktaydı..
Önce İstanbul'da,
sonra okumakta...
(tamamen bu alıntı ben, gülüyorum:-))) )
Eskici: Bir zamanlar uzak bir ülkede bir hırsız yaşarmış... Hayal hırsızı... Geceleri mışıl mışıl uyuyanların rüyalarına girer, hoşuna gidenleri torbasına doldurur çalarmış... Sabah da uyananlar içlerinde bir huzursuzluk hissederlermiş, bir eziklik... Bunlar kalkıp bir ermişe gitmişler, dertlerini anlatmışlar... Ermiş de akıllı ermişmiş ha! Onlara demiş ki, mademki siz rüyalarını kaybettiniz, o zaman bana umutlarınızı anlatın... Ama dertli kişiler rüyalarında çalınan şeyleri hatırlayamazlarmış bir türlü. Hatırlayamadıkları için de umutlarını kurtaramazlarmış... Neden?.. Çünkü rüyaları benim torbada da ondan...
Fotoğrafçı: Gene eskisi gibi olalım... Sana fotoğraflar getireyim. Yüzlere bakar hikâyelerini anlatırsın... Her şey eskisi gibi olsun... Seni seviyorum... Seviyorum seni...
...
Fotoğrafçı: Seviyorum seni.
Kadın: Beni aradığını hiç mi düşünmedim sanıyorsun? Hiç mi istemedim bir gün aradığın yerlerde karşına çıkmayı?.. Bazan bunu o kadar çok isterdim ki, senin bakışın benim bakışım olurdu... Kederlilerin bulunduğu bir şehirde beni arıyordur diye düşünürdüm... Ben de o şehirde olurdum... Şimdi gazete kesiklerindeki yüzlere bakıyordur derdim... O yüzlerin her biri benim yüzüm olurdu... Seni bazan öyle bir düşünürdüm ki, baktığın bütün dünya ben olurdum... O zaman anlardım artık, beni değil, dünyayı istediğini...
...
Fotoğrafçı: Ne görüyorsun, söyle...
Kadın sevgiyle hatırlar.
Kadın: Sabahları getireceğin resimler kadar seni de beklerdim... Meraklı, zeki bakışlarını severdim... Ama getirdiğin resimlerden bir gün aradığım yüzü bulacağımı da bilirdim...
...
Kadın: Yanılmıyorum ben canım, değilim ben o aradığın yüz. Bazan, getirdiğin fotoğraflara bakarken bakışını yüzümde hisseder, bir başkası, bambaşka biri olabilir miydim acaba, diye düşünürdüm... O zaman birbirimize baktığımızda dünyayı değil, birbirimizi görürdük... Kendimizi... Dünyayı aramazdık. Hâlâ geceye gündüz demek istiyoruz, gündüze de gece... Oysa öyle basit ki her şey... Gece karanlık, gündüz de aydınlık... Birazdan daha da aydınlanacak... Ben bütün ömrümü saatlerle, yüzlerle geçireceğim... Sen Şehirler Şehrine döneceksin. Birbirimizi hiç mi hiç görmeyeceğiz... İnan bana, aradığın o hayal değilim ben, hiç değilim...
Fotoğrafçı: Rüyamın geri kalanını anlat bana... Bir kere olsun uykudan huzurla uyanayım...
Kadın: Rüyalar tamamlanmaz ki hiç... Hikâyeler tamamlanır... Geçenlerde bir adam geldi, yüzü acıyla yüklüydü... Piyango satıcısıymış... Bir biletin üzerinde bir kadın resmi görmüş ve bir daha unutamamış... Bütün hayatı yolundan çıkmış... Alay etmişler... Yüzünde öyle bir bakış vardı ki... Ona aramasını söylemek isterdim... Resimdeki kadını değil, aramayı seveceğini söylemek isterdim...
Kadın: Saat susunca burada olduğunu anladım... Niye durdurdun?
Fotoğrafçı: Unutmak istiyordum...
Kadın: İyi uyudun mu?
Fotoğrafçı: Uyudum, ama unutamadım... Rüyamda seni gördüm.
Yüzümüzde kaybolan anlamı ancak hatırlayarak buluruz... Kayıp güzel zamanları bularak... Acıyı hatırlayarak... Anlatarak... Ruhumuzdaki gizli saatin çarklarını arayarak... Saatler hatırlar...
Sen hüzünle savaşmazsan bütün hayatın boyunca yakanı hiç bırakmaz... korkunç bir hastalık gibi... Boynunu bükersen hüzün adamı yer bitirir... Ben yıllarca uğraştım! Bugün ruhum kurtuluyor!